Bir ülkedeki siyasal partilerin sayısı, konumu, büyüklüğü ve kendi aralarındaki ilişkiler o ülkenin siyasal sistemi hakkında belirgin işaretler verir. Parti sistemleri başlığı altında irdelenebilecek bu işaretler her ülkenin fiili rejimine göre değişiklik arz eder. Bununla birlikte yalnızca parti sayısına göre yapılacak bir takım sınıflandırmalar o ülkenin siyasal rejimi hakkındaki başka önemli detayları atlamamıza sebep olabilir. Bu sebeple partilerin kuvvet ölçüleri, dayandıkları ideolojik temeller ve sosyolojik özellikleri, demokratik siyasal kurumların bağımsızlığı gibi etkileyiciler dikkate alındığında görünürde çok partili sisteme sahip olan ülkelerin aslında başkalaşmış bir tek parti rejiminden izler taşıdığı kolaylıkla anlaşılabilir.
Siyaset bilimi literatürüne bakıldığında tek parti ile birden fazla partinin varlığı, yapılan sınıflandırmaların temelini oluşturmaktadır. Bu ayrım ülkelerin tekçi-çoğulcu, kapalı-açık, paylaşılabilir-paylaşılamayan bir iktidara sahip olup olmadığını gösterir sonuçlar üretmektedir. Ancak tek parti sistemini yalnızca hukuken tek bir partinin olmasına bağlamak yanıltıcı olur. Çünkü bazı durumlarda bir ülkede birden fazla parti olmasına ve eşit şartlar altında serbestçe faaliyet gösterebilmelerine rağmen tek bir partinin diğerleri üzerindeki üstünlüğü öylesine belirgindir ki seçim yoluyla o partinin artık neredeyse kaybetmeyeceği öngörülür. Munci Kapani buna “üstün tek parti sistemi” der. “Üstün parti özü itibariyle çoğulcudur. Partiler muhalefet fonksiyonlarını yerine getirirler. Üstün parti ile aralarında bir diyalog kurulmuştur. Zaman zaman siyasal kararları etkileyebilirler. Ancak iktidarın el değiştirmesi olayı, kendini göstermez.”
KUTUPLAŞMA VE SEÇMENLER
Bu aşamada toplumsal kutuplaşmanın boyutları hayli önemli hale gelir. Teorik olarak parti kutuplaşması denildiğinde partiler arasındaki aşırı karşıtlık, ideolojik kutuplaşma ve politikalarının keskin ayrışması anlaşılır. Buradaki ayrışmanın konsensüsü ortadan kaldırdığı durumlarda siyasal sistemin meşruiyeti tartışmalı olur. Duverger ve Downs birbirine benzer şekilde bir ülkede parti sayısının artışının yüksek düzeyli bir kutuplaşma meydana getireceğinden söz eder. Sartori ise kutuplaşmış çoğulculuktan bahseder ve merkez partilerinin yok olmaya başladığı sisteme dikkat çeker. Buradan hareketle toplumda müzakere ortamının kaybedilmesi ve iki kesimi ortaklaştıracak merkezi eğilimin kaybolmaya yüz tutması aslında çok partili görünen bir sistemi tek partili sisteme dönüştürür. Ayrıca partiler arasında böyle bir ideolojik kutuplaşma seçmenlerin oy verme davranışındaki değişimi azaltmaktadır. Bu yönüyle çok partili gibi görünen sistemlerde iki belirgin parti öne çıkarsa ideolojik kutuplaşma toplumsal kutuplaşma ile yoğrulur ve iki ayrı seçmen kitlesi meydana gelir.
MUHALEFET ALGISI
Türkiye’deki parti sisteminin dönüşümü irdelendiğinde hukuken tek bir partinin olduğu dönemi bir yana bırakacak olursak temel kutuplaşma CHP-DP çizgisi üzerine oturmuştur. 1995 yılından itibaren DP geleneğinin merkezde ama kısık bir ses olarak kaldığı, RP-CHP kutuplaşması ortaya çıkmaya başlamıştır. Aslında bugün yaşanmakta olan kutuplaşmanın siyasal izdüşümü bu dönüşümde gizlidir. Bugün ise kim ne derse desin Ak Parti ve diğerleri vardır. Ülkedeki üstün tek parti sisteminin yansıması AKP’dir. Muhakkak ki siyaset bir rekabet ve strateji meselesidir. Bu açıdan bakıldığında tespitlerimiz ışığında sadece iktidarı suçlamak en kolaycı yöntem olur. Çünkü muhalefet, toplumdaki kutuplaşmayı merkezi eğilimle yumuşatabilecek potansiyelini büyük ölçüde kaybetmektedir. Seçmenlerin oy verme davranışı da bu orantıyla birlikte yürümektedir. Böylesine bir sistemi değiştirebilecek en güçlü alternatif olarak görülen MHP, büyük bir güven bunalımıyla karşı karşıyadır. Vatandaşlar MHP’yi üstün tek partinin kapsama alanı içerisinde değerlendirmeye başlamıştır. İşte önümüzdeki dönemde bu algının akıbeti, Türk siyaset yelpazesinde en önemli belirleyici olacaktır.