25 Şubat’ı (1992) 26’sına bağlayan gece, bundan tam 25 yıl önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında bir soykırım yaşandı. 63’ü çocuk, 106’sı kadın 613 masum insan alçakça, vahşice katledildi. 8 aile tamamen yok edildi. 487 kişi yaralanırken, 1275’i esir olarak götürüldü. Bunların 150’sinin akıbeti hâlâ belli değil. Bu suçu işleyenler, güçlü silahlarla donatılmış Ermeniler ve o dönem Hankendi’nde konuşlanmış bulunan 366’ncı Rus Motorize Alayı’dır. Katliam emrini veren bizzat Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan ve o günlerde Dağlık Karabağ Savunma Ordusu Komutanı olan şimdiki Cumhurbaşkanı Serk Sarkisyan‘dır.
***
Bölgedeki tek havaalanına sahip olan ve iki farklı kara yolu güzergahının üzerinde yer alan Hocalı, gelen tehlikelere karşı olaydan günler önce ilçe yapılmıştı. Sebep ve sonuçlarıyla sıradan ve doğal mecrasında gelişen bir saldırı, bir kuşatma değildi. Önce halkı korkutmak ve yıldırmak, ardından mücadele azmini yok etmek ve nihai olarak Azerbaycan topraklarını işgal etmek amacıyla kurgulanmış bir soykırımın dönemsel icrasıydı.
Hocalı’da yaşanan vahşeti daha iyi anlamak için 3 farklı ülkede yayınlanan haberlere göz atmak yararlı olacaktır:
Londra/Times gazetesi, 4 Mart 1992: “Birçok insan tanınmaz hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.”
Moskova/İzvestiya gazetesi, 4 Mart 1992: “Video görüntüleri kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.”
Paris/Le Monde gazetesi, 14 Mart 1992: “Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış üç kişi gördüklerini söylüyor.”
Bununla birlikte olayları birebir yaşamış iki tanığın anlatımlarını da hatırlamalıyız:
Fransız gazeteci Jan Yunet: “Biz Hocalı faciasının şahidiyiz. Hocalı’yı koruyanların yüzlerce sivil halkın kadınların, çocukların, ihtiyarların cesetlerinin ne hale getirildiklerini kendi gözlerimizle gördük. Ermeniler bizim helikopteri de ateşe tuttukları için video çekimini sona erdiremedik. Lakin yükseklikten gördüklerimiz de yapılan gaddarlığı anlamak için yetiyordu. Bu çok ürpertici bir manzaraydı. 5-6 yaşlarında çocukları, bebekleri, gebe kadınları merhametsizce katleden Ermeni cellatları hiç kimseyle karşılaştırılamazlar.“
Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan ise gördüklerini şu şekilde aktarıyor: “…Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azerbaycanlının ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.“
***
Peki bu soykırım/katliama karşı dünyanın görevli kuruluşları, sözde barış elçileri nasıl bir tutum içerisindeydiler?
Maalesef mesele Karabağ ile ilişkilendirildiği için Ermeni lobisinin yoğun kara propagandasıyla karşılaşılmıştır. Sınırlı olsa da BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 yılında aldığı 822 sayılı karar ve ardından 853, 874, 884 sayılı kararlarıyla “Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal ettiği” ortaya konulmuştur. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi benzer kararlara imza atmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Mayıs 2003’te İngiltere’deki Azerbaycanlıları temsil eden bir gruba “İngiliz Hükümeti Ermeni askerlerin yaptıkları katliamı insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul etti” şeklinde cevap vermiştir. Fakat mesele kararlardan ziyade bunlara uygun bir yaptırım sürecinin işletilmemesidir.
Neticede konu Türklük ve Türk’e yapılan zulüm olunca dünya gerçekleri görmüyor. Şu ana kadar Hocalı Soykırımını tanıyan ülkeler Meksika, Pakistan, Kolombiya, Çekya eski adı (Çek Cumhuriyeti), Peru, Bosna-Hersek, Honduras, Sudan, Cibuti ve İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği… TBMM ise belirli gerekçelerle olayı “katliam” şeklinde tanımlıyor. Bu sebeple daha fazla kendimizi anlatmanın yollarını aramalı, uluslararası camiada sesimizi daha çok duyurmalıyız.