REKTÖRLÜK SEÇİMLERİ

19 Nisan 2015
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
2053 defa okundu.

serap 5

 

Bu pazartesi “genç” üniversitemizi önemli bir sınav bekliyor. Toplam 700 akademik personel sayısına ulaşan bu büyük eğitim kurumunda, “rektörlük” seçimi ile üniversitenin 3. Rektörü oylanacak. Mevcut rektörümüz dahil olmak üzere 5 adayın yarışacağı seçimin, ülkedeki diğer bazı örnekler dikkate alındığında, sakin ve seviyeli geçtiği kolaylıkla saptanabilir.

 

Şunu itiraf etmem gerekir ki, benim gibi daha “siyasi” bir birim olan yerel yönetimlerden gelmiş bir bürokrat kökenli akademisyen için, bilimsel bir kurumda “seçim yarışı” mantığını algılamak başlangıçta kolay olmadı. Ama sonra “katılımcı demokrasi” anlayışının, yaşamın tüm alanlarını saran olumlu halesini hissetmenin her şeyin üzerinde olduğunu benimsedim.

 

Kuşkusuz “demokratik” olmanın pek çok değişik kalıbı bulunmakta ve siyasi kültür bu kalıpları gereğinden fazla şekilde esnetebilmekte; eğip bükebilmektedir. Kanaatleri etkilemek için yürütülecek propaganda ve manipülasyon araçları çeşitlendikçe “irade serbestisi” ilkesi sorunlu hale gelebilmektedir.

 

Öte yandan “seçim” yapabilmek, yaşamın her katmanında karşımıza çıkacak bir önemli davranış stadardıdır. Her seçim sonucu için olduğu üzere, “iradenin yansıması”nın tüm kanallarının açık olması yeterli olup, sonucun eğitim dünyası için “en doğrusu” olmasını dilemek kalıyor geriye. Ve asıl olan, her seçimde olduğu üzere, seçimden sonra başlayacak olan sınavdır. Üniversite elbette bu kent için çok şey ifade etmektedir; ama bir o kadar da bu ülke için taşıdığı büyük değer dikkate alınmalıdır.

 

Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençleri yetiştirme sorumluluğu çok ağır bir yüktür. Ülkenin yüksek öğrenim politikasının ana temelleri dikkate alındığında, sürecin ne denli zorlu olduğu daha fazla açığa çıkmaktadır.

 

Bir yandan hayli sert eleştirel bir tavır vardır; öte yandan yaygınlaştırılmış bir yüksek öğrenim anlayışının yararına dikkat çekenler. Eleştirilerden yalnızca birini ele almak gerekirse, Prof. Dr. Mehmet Ali Kılıçbay, “Türkiye’ye Uygun Bir Üniversite Modeli” başlıklı makalesinde, her ilde üniversite açılması ve öğrenci sayısının bu denli artırılması konusunda irkiltici bir gerçeğe parmak basarak şöyle demektedir:

 

“Şu anda faaliyette bulunan yüksek öğrenim kurumlarından birçoğunun mezunlarının kendi alanlarında iş bulmaları olanaksızdır. Bu durum, burada okuyanlar tarafından daha buralara girmeden önce bilinmektedir. Ama buna rağmen buralara girmişlerdir ve kendi alanlarında iş olanakları değil, “üniversite” mezununun ayrıcalıklarını talep etmektedirler… O halde, çocuğa her dakika ana sütü verilmeyeceği, ama bebeğin haz duygusunu tatmin için sürekli olarak meme istemesi karşısında emzik gibi harika bir yapay oyalayıcının bulunmasındaki mantığın aynı devreye girmekte ve lise mezunlarının ezici çoğunluğuna “emzik-üniversiteler” sunulmaktadır.” (Kılıçbay, Mehmet A. (1995). “Türkiye’ye Uygun Bir Üniversite Modeli”, Bu Dünyayı Yaşamak, Ankara: İmge Kitabevi, s.167)

 

Hocanın mizahi ama eleştirel sorgusunu, her yıl verdiğimiz mezunların istihdamlarına ilişkin haberlerini bekleyen endişeli hocaları olarak paylaşmamak mümkün değil. Ama ben üniversite eğitiminin yalnızca bir istihdam konusu olmadığını, topyekün bir eğitim hamlesi olarak değerlendirilerek olumlu yöne çevrilebilecek bir konu olduğunu düşünüyorum.

 

İlber Ortaylı hocam da fırsatı kaçırmaz ve  öğrenci sayısının bu denli artırılmasını ironik bir yorumla eleştirerek der ki: “Bazı üniversitelerimiz inanılmaz kalabalıklar içeriyor. Bunları rektörler değil, ancak Büyükşehir belediyeleri yönetebilir.” (Ortaylı, İlber (2006). Kırk Ambar Sohbetleri, Aşina Kitaplar, Ankara, s.112)

 

Hocalarımız haksızlık mı yapmaktalar, uzun bir tartışma konusu ama işaret etmek istediğim, sistemin pek çok zorlu sorunu bulunduğu ve karar alıcıların işinin hiç kolay olmadığı…

Anahtar Kelime:
YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN