Hamaset Türk Dil Kurumu sözlüğünde şöyle geçer: Birincisi “yiğitlik, kahramanlık, cesaret”. İkincisi “etkilemek için yapılan abartılı anlatım.” Geçmişte Türk milliyetçiliğinin bu sözle çokça ilişkilendirilmeye çalışıldığını görürüz. İlk fırsatta buna devam edileceğine şüphe yoktur. Çünkü Türk milliyetçiliği özü itibariyle yiğitliği, cesareti ve kahramanlığı esas alır. Abartılı olma durumu ise dayanağı olmayanların yüzleşeceği bir eleştiri alanıdır.
Türk milliyetçisi “Biz Kürşad’ız, Bilge Kağan’ız, Sultan Sancar’ız, Farabi’yiz, Ahmet Yesevi’yiz, Fatih’iz, Gaspıralı’yız, biz M. Kemal Atatürk’üz, Alparslan Türkeş’iz” der ve burada sayamadığımız bir çoğunu sıralamaya devam eder.
Türk milliyetçisi için ırk ya da etnik kökenin hiçbir önemi yoktur. Kendinizi nasıl gördüğünüz, nereye ait hissettiğiniz her şeyden daha önemlidir. Zaman içerisinde eklemlenerek, zenginleşerek, güçlenerek büyüyen millî kültür Türk milliyetçiliği ideolojisinin yaşam kaynağıdır. Bir yönüyle Türk milliyetçiliği, Türk millî kültürünü koruma ve geliştirme iddiasıdır. Bu kültürün çeşitliliği ve zenginliği esas olmakla birlikte “mozaik” olduğunu iddia etmek büyük bir hatadır. Nevzat Köseoğlu bu hususta şunları belirtir: “Bayrağın bezini Almanya’dan, boyasını Pakistan’dan getirmekle bayrak mozaik olmaz; isterseniz ay ve yıldızını da Afrika’dan almış olalım. Onu biz bayrak diye kaldırdığımıza göre, artık bir mozaik değil, bayraktır; bir kültürel olgudur ve bize hastır.”
Bilinmelidir ki bir ırka, bir millete ya da bir etnik gruba aitliğin açıklanamadığı, tarihsel boyutlarıyla ortaya konulamadığı durumlarda dil, din, kültür vb ortaklıklar, benzerlikler söz konusu milletin bir parçası olmanız için yeterlidir. İşte bu odak noktası Türkiye’de yaşayan tüm etnik grupları Türk milletinin ve hukuksal açıdan Türk vatandaşlığının çatısında bir araya getirir. Dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin felsefesinde bir arada yaşayabilmenin anayasal/kimliksel zemini Türk vatandaşlığıdır.
Burada vazgeçilmez, geri döndürülmez ve aksi iddia edilemez bir gerçek vardır.
Milletler Tarihinin Cevheri
“Türkiyeli” olmak bir coğrafyanın tarifi için belki kavramsal bir çerçeve çizebilir. Fakat asla bir milleti, onun tarihini, dokusunu, ayırt edici özelliklerini ortaya koyamaz. Eğer mesele koordinatlar üzerinde bir insan topluluğunu belirtmekse “Türkiye Türklüğü” denilmediği takdirde bu tarihsel zemin gün yüzüne çıkarılamaz.
Bununla birlikte Türk milletinin Cumhuriyet tarihi kadar yeni veya yeniden meydana gelmiş olabileceğini düşünmek de bir o kadar yanıltıcıdır. Cemil Meriç “fertlerin biyografisi gibi, milletlerin de biyografisi olduğunu” söyler. Ahmet Kabaklı ise “milleti halktan ibaret saymak hatadır. Yeni bir millet yaratılamaz. Yaratılma istendikçe çürütülür.” der. En az 5 bin yıl öncesinden başlayan, kıtalar üzerinden sıçrayan bir devletin taşıyıcı kolonudur Türk milleti…
Bu sebepledir ki zaman ve mekan içerisinde ontolojik bir gerçekliğe ulaşan Türk milleti, İbni Haldun’un ifadesiyle milletler tarihinin “cevheri” olmuştur. Gerilemeye/yıkılmaya yüz tuttuğu anlarda bir cevher o milleti yeni devleti ile buluşturmuştur. İlk Türk adının geçtiği Göktürk Devleti de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de böyle ortaya çıkmıştır.
Bugün bunları yazmamızın elbette bir sebebi var. Yakın geçmişte “çözüm süreci” vb.. adlarla milleti ve millî kültürü ayrıştıran yanlış uygulamalar gördük. Acı tecrübelerini yaşadık. Yanlış kullanılan kavramların nasıl bir ayrışmaya ve kopuşa sebep olabileceğini bir kez daha anladık. Bu yola yeniden girmek, yola ilişkin işaretler vermek veya farklı bir formda işletmek inanın bir araya getirmek yerine ayrışmayı daha da hızlandıracaktır. Bu konuda Erol Güngör’ün yaklaşımı son derece anlamlıdır. Onun millet anlayışında kültür, inançlar, bilgiler ve ortak heyecanlar millî birliğin çimentosudur. Lütfen inançlarımızı sarsmayın, bilgilerimizi köreltmeyin ve ortak heyecanlarımızı yok etmeyin.