ELE VERİR TALKINI KENDİ YUTAR SALKIMI…
Zor dönemlerde milletler, devlet adamlarına güvenmek isterler!
MSB’dan sonra Türkiye’nin en büyük bütçesini kullanan, Cami önü para toplama işlemleri hariç, Diyanet Başkanlığı paraya doymuyor. Sayıştay raporuna göre, Diyanet’in faiz gelirinin 256 bin 806 lira olduğu ortaya çıkıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığı açıklamada faiz gelirini, “Devletin bütçesinin zarara uğramasının önlenmesi söz konusudur”… İfadeleriyle savunuyor. Yalandan kim ölmüş.
İktidar partisinin payandası olan MHP… Türk Lirası, Dolar karşısında değer kaybetmeden önce aldıkları hazine yardımlarını Dövize çeviriyor. Hızla Devalüasyona giden ülke için konuşanlara. “Döviz kurunun yükselmesini kullanmak isteyenlerin alayı vatan hainidir”!!! Diyebiliyor… İkiyüzlülük böyle bir şey.
Tuzu kuru olanlar.
Dini ve milli duyguları istismar ederek iç politika malzemesi yapmak, diğer devletlere efelenmek sonuç dibe vurmuş bir Türkiye… Suskun bir millet. Sadece lak, lak eden muhalefet. Kemer sık diyorlar. Yastık altında ne var, ne yoksa verin diyorlar. İşsizlik fonundaki paralar kamu bankalarını kurtarmaya aktarılıyor.
Yıllar önce Başbakan Süleyman Demirel’in İLKSAN (İlkokul Öğretmenleri sendikası) paralarını Tercüman Gazetesi sahibi Kemal Ilıcak’a veriyor. Durum ortaya çıkınca, sorgulayanlara efeleniyordu. “Verdimse ben verdim. Size ne oluyor” Sanki cebinden vermiş gibi. Bu ahlak bugün bile geçerli akçe.
“Şunu bilin; bugün dünden daha iyiyiz, yarın bugünden de iyi olacağız. Bundan endişeniz olmasın. Çeşitli kampanyalar sürdürülüyor. Bu kampanyalar kulak asmayın. Şunu unutmayın, onların dolarları varsa bizimde halkımız, hakkımız, Allah’ımız var. Bizler çok çalışıyoruz. 16 yıl önce neydik, bugün neyiz”? Gözümüzün içine baka, baka diyebiliyor.
Sanki 16 yıl önce aç ve yoksulduk. (Kredi borcu olanlara “Alırken bana mı sordun” cümlelerini kaç kişi hatırlıyor?) 16 yıl önce dinsiz ve ahlaksızdık. 16 yıl içinde dindar ve ahlaklı olma yolunda çok mesafeler kat ettik. Durum ortada.
Mazeret üreten İktidar. Yalanları doğru zanneden yığın.
7 ayda %42 yoksullaşmış bir ülkede yaşamak. İşi sulandırıp Dünya’da da dolar yükseliyor yalanının arkasına girmek.
İlk 10 yılda dolar gayet istikrarlı. (1.5 TL) Son 4 yıl içinde önce yavaş, sonra sert çıkışlar seyretti. Dış güçler son dört yıl içinde mi dertleri oldu AKP ile.
Biz Türkiye’yi pazarlamaya geldik ve Babalar gibi satarım anlayışı. Üreten Türkiye’den, tüketen Türkiye’ye taşıdı.
Babalar gibi satarsan. Böyle babalara gelirsin. Kemeri beraber sıkalım!!! Hani IMY’e borç veriyorduk!!!
Bu ülkelerde lüks makam araçları, şatafatlı makam odaları, özel hizmetliler, bazen ısıtmalı yüzme havuzu bile bulunan tahsisli villalar, temsil ve ağırlama giderleri adı altında keyfince harcanabilecek yüklü ödenekler vardır. Bir gün sıradan bir müdürün makam odasında gördüğüm debdebe karşısında ağzım açık kalmıştı. Nice müsrif olunursa o denli saygın olunur anlayışı her yere hakim.
Ekonomiyi yönetemediler. MCKinsey2e teslim ettiler. Bu işi becermedik. Demiyorlar. Düşman dış güçlere şimdi bize bir el at diye emperyalizmin kalesine ricaya gidiyorlar.
Gel de İnanma!
‘Kim inanıyor bilmiyorum ama Türkiye’nin ileri ülkeler seviyesine gelemeyişinin nedeni dış güçlermiş! Zaten başka bir bahaneleri yok ki. İklim mi? Güldürme beni! Toprak mı? Karnımın içi acıdı! Yetişmiş insan gücü mü? Ha bir de Türkiye’yi yönetenlere suç atıyoruz.
Kimse, tembeliz o yüzden demiyor…
Çalışıyoruz ağaların beylerin emri altında, affedersin şeyler gibi… Atatürk “Uşaklığı öğretemedim” demiş; ama bal gibi uşaklık yapıyoruz.
Neye yarar, onlar da ülkelerine değil kendilerine çalışıyorlar… Sırtımızdan kazandıkları paraları Maldivler’de iç ediyorlar!
Kendi işimizde tembeliz, karnımız doyarsa yetiyor bize. Karnımız doyacak kadar çalışınca da Türkiye’nin karnı doymuyor.
Kendimizi kandırmayalım bizim karakterimizde çalışkanlık yok… Patronun emrinde çalışmak bizi aldatıyor, mecbursun; çalışmazsan adam sana kapıyı gösteriyor, kendi işimizde öyle değil.
Köylü 6 ay çalışıyor 6 ay yatıyor, o bile zoruna gidiyor; 100 dönüm araziyi bırakıp İstanbullarda kapıcılık yapıyor.
Biz Alman’ın Japon’un yarısı kadar bile çalışkan değiliz. Bizim ülkemiz iki ülkeden de iyi. Hem ikisinin toplamı kadar. Allah bize her şeyi vermiş, akıl hariç.
Yok, dış güçlermiş de, yok Amerika’ymış, yok bilmem kimmiş; bırakın bunları ya! Şimdi doğruya doğru akşama kadar eli belinde eli cebinde geziyoruz’!
Sekiz fidan daha toprağa düştü. Hem de kalleşçe.
Ne kötüdür, şehit haberi alındığında ”vatan sağ olsun” diyebilecek gücü bulamamak!
Ne kötüdür, ”vatan sağ olsun” cümlesini söyletebilecek özellikte bir vatanı artık görememek!
Ne kötüdür, vatanı bu denli görünmez halde kılan güçlerle yönetilebilmek!
Ne kötüdür ki; Eline bayrağı alıp olanları protesto etmek için arabaya binerek kornalar çalıp sokakları gezmekten başka bir şey elinden gelemeyen halk olarak yaşayabilmek!
Tepkisiz kalmaktansa bu şekilde sesini duyurabilmek doğrudur belki ama çare değildir!
Çare; ülkeyi yönetecek doğru kişiyi seçmektedir!
Ve kötülerin en kötüsü o dur ki, ülkeden hala güvenilebilecek bir yönetici adayının çıkamaması!
30 yıldır şehit haberlerini alır dururuz. Yüreğimiz yanar! Şehit analarının gözyaşı kurumadan yeni gözü yaşlı analar eklenir aralarına. Yıllardır akan şehit kanları ve analarının gözyaşları vatanı vatan yapmaya yetmedi! kan ve gözyaşı’ndan daha büyük bir bedel olabilir mi?
kan can borcudur, gözyaşı vicdan!
kim ödeyecek?
Millet? Devlet? PKK? Dış Güçler?
Millet bu borcu ödeyebilmek için; çalışacak, kendi malını üretecek, kazanacak…
Devlet ise çalışana, üretene sonuna kadar destek olacak. İthalatı azaltıp ihracatı artıracak yöntemler bulacak… Bu şekilde kendi ekonomisi içinde sağlamca ayakta durabilen ve dış güçlere ekonomik bağımsızlığını ilan eden bir devlet sıfatı ile stratejik kararlarını özgürce verebilecek. Ve bu sayede teröristler tarafından kurşun yağmuruna tutulan askerim ”vur” emri beklemeden kendini müdafaa edebilecek!
PKK ya ise ancak anlayabildikleri şekilde; bombalarla, kurşunlarla ve ölümle ödetebiliriz.
DIŞ GÜÇLERE ise bağımsızlığımızı ilan ederek!
Zordur tabi kendi çıkarlarından önce vatanın çıkarlarını gözetebilecek bir devlet yöneticisi bulabilmek. Uzun sürecek meşakkatli bir yoldur ekonomik bağımsızlığı bu saatten sonra ilan edebilmek. Yorucudur hiç bir şey yapamadan olanları seyredebilmek ve ne acıdır ki olacakları bile bile yaşayabilmek.
Bu yazıyı yazmaktan ve dua etmekten başka bir şey ne yazık ki gelmiyor elimden ve büyümekte olan üç oğlum geliyor aklıma. Üzerine bayrak sarılı tabutları görünce, o bayrağa sarılarak ağlayan annelerin yerinde bir gün benim de olabilme ihtimalli canlanıyor zihnimde. O ihtimalin nasıl can yaktığını anlatmaya kelimelerin gücü yetmez. İhtimalin acısı böyle ise, bu durumu yaşayan annelerin acısını yüreğimin kaldırabileceğini sanmıyorum.
Acılı annelerimize sonsuz sabırlar ve şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum!