ATATÜRK ŞİMDİ ÖLDÜ.
Pardon. Yaşatamadık…
29 Ekim İstanbul’da resepsiyonla kutlanacakmış! Herkes bu ipin kuyruğuna takıldı. Gerçekler o kadar açık değil!
Onlar değil. Biz sahip çıkamadığımız devrimleri ve taşıyamadığımız çağdaşlık yüküne dayanamadık. Aklımız ermedi onun çağdaşlık anlayışına… 85 yıl sonra geriye döndük. 21 yy Türkiye’sinde, İslam baskısı altında bir ulusun yaşam değerleri yok ediliyor. Koskoca bir ulus iskambil kâğıdından yapılmış kuleler gibi bir, bir duvarları dökülüyor. Etrafınıza iyice bakın. Onu ve devrimlerini öldürenler ve seyredenler… Siyasetçiler, Aydınlar, Askerler. Ve halk. Ülke nereye gidiyor? Tarih yeniden yazılacak ve Atatürk yarattığı modern Türkiye Cumhuriyetinde belki de vatan haini ilan edilecek. Bir imam Atatürk’ün çağdaş yapılanmasının önünde yer aldı. Kadını odalık yapmayı planlayıp ülkesini şeri düzenlere itmeye çalışanlar kazanmak üzereler. Atatürk’ün koltuğunda oturan adam laikliğin temeline atılan dinamitin fitilini onaylayarak ateşledi. “Atatürk şimdi öldü.”
“Çağdaşlaşmak için cumhuriyet şart değildir” diyerek Osmanlı’dan ve düzeninden vazgeçmeden de olabileceği iddiasında olanlar var. Unuturlar ki, Osmanlı olmak, üç kıtaya yayılmış altmıştan fazla etnik ve dini cemaati yeniden bir araya toplamayı gerektirir. Oysa günümüzde buna razı olacak bir tek küme bulamazsınız. Asıl sorun, son iki yüz yılda Avrupa tarafından itile, itile Anadolu’ya sıkıştırılmış farklı bölgelerin insanlarıyla çağdaşlığı aynı hamurda yoğururken çağdaşlaşmayı gerçekleştirmekti. Beceremedik.
Beş yüzyıl hüküm süren ve üç yüz yıl dünyaya örnek olan Osmanlı. Sisteminin bozulduğunu fark edince iki yüz yıl sistemini değiştirmeden düzeltmeye çabaladı. Başaramayınca önünde yükselen batı örneğiyle yarı, yarıya kaynaştırarak (Tanzimat) geriliğini aşmayı denedi. Yine yetmedi. Ve o deneyim sırasında Osmanlı son nefesini verdi. Yeni bir başlangıç şarttı… Eskinin ikilemlerini yenilemeyen bir başlangıç süreci başladı ve Atatürk bu adımı attı. Atatürk’ün attığı bu adımı daha ileri adımlara dönüştürmeyen bizler, ülkeyi Sevr’in uşaklarına yönetmesi için hiç tereddütsüz yeniden teslim ettik. Bugünkü gelinen nokta bunun bir “Truva” olduğu gerçeğidir.
1919 yılı başında batılı bir yazar Osmanlı Ülkesinin durumunu anlatıyor. ‘Allah baba, Cebrail ile birlikte gökyüzünden dünyamıza bakıyordu. Altlarındaki bölgenin Osmanlı toprakları olduğunu anlamakta hiç güçlük çekmediler. Tarlaların bakımsız hali, yıkılmış şehirler, barut kokusu, vuruşma gürültüleri, yangın ışıkları nerede olduklarını belirlemeye yeterliydi.’
Batılı yazar Türkü aşağıdaki şekilde tanımlıyor ve gazetesinde yazıyordu. ‘Kötü yönetici, barbar, kan akıtıcı, ilkel, aklı kıt, bilgisiz, kaderci, çökmüş bir ırkın üyesi… Uzun süren bir egemenliğe rağmen, üzerinde dolaşanın ayağına takılacak bir kök bile yetiştirmemiştir.
Bu batılı yazar kötü yönetilmenin, aşırı borçlanmanın, dışa bağımlılığın ittiği köleleşme çıkmazına giren Osmanlının yanlışı ve batılı yazarın göremediği tek şey şuydu… “Alçaktan çok ahmak” gözüken o günkü Türklerin bir diğer büyük kusuru da “Ahmaktan çok daha fazla alçak olan Alman ve ahmaktan ziyade alçak olan Avusturyalı” ile işbirliği yapmış olmasıydı. Üstelik Protestan Alman, Katolik Avusturyalı ve Ortodoks Bulgar’la ittifak kurup İslamları ayaklandırmak için cihat ilan etmişti. Affedilecek hoş görülecek tarafı yoktu. Yüz yıldır Avrupalıların izlediği “Mirası için birbirimizi boşuna yememize gerek yok. Bırakalım eceliyle ölsün kalanları sonra paylaşırız” politikası artık hedefine ulaşmıştı. Bunu o günkü Osmanlı yönetimi anlayamamıştı.
Bugün dünden çokta farklı değil. Bugünde alçaklarla iş ve işbirliği yapılıp ülkenin eceliyle ölümü bekleniyor. Emperyalistler arasında dünyanın paylaşılması amaçlı bir savaşta yanlış tarafa oynadığı için Osmanlı toprakları paylaşımı normaldi. Zira taraf olunan bir savaş kaybedilmişti. Bugün hedef Cumhuriyet ve onun kazanımları. Türk ırkının Araplaştırılması ve dönülmez bir yola itilerek posasının çıkartılması. Bu kötü gidişin izlediği yol ülke ekonomisinin seyir defterinin aralarında bir, bir yazılı. Uyuyan bir millete, umarım rüyalarında malum olur.
Bugünlerimiz? Bugüne kadar kendini bulamadığı için bu ülkenin bugünü belli, geleceği meçhul.’ Onun içindir ki onlar bize hep hakaret etmişlerdir. Demek ki biz hak ediyormuşuz?
‘Atatürk ağlıyordu…
“O kutsal devrimin, artık sadece eski takvim yaprağının arkasında kalan kısmıdır bu. Bize; kılık-kıyafet devriminin, tüm cumhuriyet devrimlerinin sembolü olduğunu anlatır.
Atatürk, güçlü orduları yendiğinde değil, Kastamonu’da çağdaş giysili kadınları gördüğünde anlamıştı başardığını ve ilk kez ağlamıştı.
Ve dinci bu yüzden ısrarlı.
Bu yüzden; karşı devrimciler açısından kadınların tekrar tesettüre bürünmelerinin, üniversitelerden başlayarak kızların türbana girmelerinin önemi fazla.
Bu yüzden sabırsızlar.
Bu yüzden aceleleri var.
Şimdi kaybediyor Atatürk…
Şimdi yeniliyor…
Atatürk’ü ağlatan kıyafet devrimi de öbür devrimler gibi bugünlerde siliniyor.
Anlamıyor musunuz?..
Bir ulus, kendisine bağımsızlık-özgürlük-kimlik-kişilik veren… Onur-şeref armağan eden… Kendisine çağdaşlık-uygarlık yolunu açan… Ve bunu başardığını gördüğü zaman ağlayan yiğidine ihanet ediyor.
Çocukları terk ediyorlar onu…
Ve Atatürk yeni, yeni ölüyor.’ Bekir Coşkun 29.01.2008 Hürriyet
Endişeli bir bekleyiş içine girdi Türkiye. Her şey durdu. Birileri bir şeyler bekliyor. Bu kaos ortamı onların ve diğerlerinin işine yarıyor. Türkiye’nin neresinden bakarsanız, bakın bir oldu bittiye doğru hızla itildik. Bunun nedenlerini neden kendimizde aramıyoruz. Neden Amerika’yı, İsrail’i suçluyoruz. Neden Avrupa’ya dil uzatıyoruz. Onların bunlara hizmet ettiğini biliyordunuz da bunlar %47 ile nasıl iktidar oldular? Onların lideri Türk’üm demiyor. İslam’ım diyor. Ve ona payanda olan Atatürk milliyetçiliğine inanmamış, milliyetçi bir cephe var. Bu işler sadece Ne Mutlu Türküm Diyene sözüyle olmuyormuş. Türk benliğini kavramakla oluyormuş. Arap’la karıştırmamakla oluyormuş. Ama bu süreçten sonra acaba milliyetçi cephe “nerde galmıştık gari” diye oy toplamaya çıkar mı? Çıkacağı muhakkak.