YİNE VEDA

15 Haziran 2015
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
1748 defa okundu.

serap 5

Öğrenciler, aileler ve öğretim elemanları olarak emek-yoğun bir yılı daha tamamladık. Kimi öğrencilerimiz, sürecin gereğini tamamladı ve mezuniyete hak kazandı, kimileri keşke biraz daha işleri sıkı tutsaydım diye hayıflandı, kimileri de mezuniyetin pırıltılı günlerinin sonrasını düşünerek, geciken mezuniyetine karşı kendini avuttu.

 

Öğrenim dönemine ilişkin takvim ayarlamaları hayli güç sorunlar. Sık kutladığımız resmi ve dini bayramlar, ara tatilleri ve o tatilleri öznel gerekçelerle uzatma alışkanlığı edinmiş öğrenciler, şimdi mezuniyetin önündeki son engel olan final sınavları barajı endişesi yaşarken, diğer yandan da “mezuniyet balosu/kınası”, “kep töreni” gibi erken kutlamalarla, kendilerini ödüllendiriyorlar.

 

Sınavların ramazanla ve diğer merkezi sınavlarla çakışması, birden çok çocuğu olan ailelerin çocuklarının eğitim takvimlerini ayarlamalarının güçlüğü; yaz okulu uygulamasının yarar ve sakıncalarına ilişkin aynı vurucu güçte karşıt argümanların bulunması vb sorunlar, akademik takvim yapmanın güçlüklerini açıkça ortaya koyuyor.

 

Başarısızlıklara sorumlu aranırken kullanılan “takvim” unsuru yanı sıra, okulun donanım yeterlikleri, hocaların akademik tempolarının veya tarzlarının öğrenciye yansıması gibi konular da gündeme gelebiliyor.

 

Bu hafta öğrencilerime veda yazısı yazarken, okuduğum bir söyleşiye değinmek istedim. Türk bilim dünyasının yaşayan en önemli isimlerinden sayılan Prof. Dr. Celal Şengör’ün bu söyleşide ifade ettiği bazı sözleri dikkat çekici idi.

 

Hoca, üniversitede “öğrenim” konusunda şöyle diyordu: “Üniversitede öğrenmek öğrencinin görevidir, öğretmek hocanın görevi değildir. Hoca gider dersini verir, araştırmasını yapar, öğrenmek isteyen gider ve ondan öğrenir. Fakat lisede öyle değildir. Lisede öğretmek hocanın mesuliyetidir.”

 

Önce ilginç gelse de sonra gerçek apaçık ortaya çıkıyor. Üniversite, “bilimsel yöntem”in, “sorgulama”nın, “değerlendirme”nin kullanılması ile bilgiyi arama zevkinin ve bilginin nereden edinilip nasıl kullanılacağını öğrenmenin yeri. Fazlası öğrencinin ilgi ve çabasına kalıyor.

 

Celal hoca iddiasını Oxford’un uygulamasına dayandırarak şöyle diyor: “Bugün Oxford’a girdiğin zaman hemen eline bir broşür veriyorlar, o broşürün ilk cümlesi ne biliyor musunuz? “Burada öğrenmek öğrencinin mesuliyetidir, öğretmek hocanın mesuliyeti değildir.” 700 senelik üniversite. Öğrendin öğrendin, işleri sıkı tuttun tuttun, yoksa atarız seni diyorlar. Türkiye’de bırak işleri sıkı tutmayı üniversiteden atılmak imkansız hale geldi. Türkiye’de “aptal” ödüllendiriliyor. Zeki veya akıllı olan ise cezalandırılıyor.” (http://odatv.com/n.php?n=kenan-evrenin-cenazesine-celenk-gonderen-celal-sengor-odatvye-konustu-2905151200)

 

Sert ama büyük oranda doğru bir saptama. Hele “bilgi çağı”nda, verili bilgilerin her zaman eskimeye aday olduğu ve sadece bilgiyi elde etmeyi değil, onu nasıl kullanmak gerektiğini bilmenin de yaşamsal önem taşıdığı bir dönemde, bilgi her zaman ulaşılması gereken bir hedef durumunda olacaktır.

 

Aynı zamanda “bilgi”, tarihin her döneminde güç ve siyaset kavramıyla ilişkili olmuştur. “Herakleitos, logos kavramını kullanarak aristokratik ideolojiye yeni bir boyut kazandırmıştır. Aristokratların toplumdaki egemen konumlarını, soy, kalıtım bağıyla açıklayan mitolojik düşünceye karşılık, Herakleitos bu egemenliği onların akıl üstünlüğüne, bilgeliğine bağlar.” (Ağaoğulları, 1994: 57-59)

 

Herakleitos’tan bugüne, antik dönemin aristokrasisi kalmamış olsa da, bilginin sağlayacağı konum, hala önemlidir. “Konum” konusunda sorun yaşayanlar ise “dünyaya karşı duruş” geliştirmenin önemini kavrayacaklardır ve yaşamın asıl anlamını da bu “duruş”ta bulacaklardır. Genç mezunlarımıza bilgiden köken bulan bu duruşu edinmeleri için bir faydamız olabildiyse ne ala. Yolları açık olsun diyoruz. J

 

Anahtar Kelime:
YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN