Bayramın bitişiyle birlikte okullarımız açılacak. Yeniden bilgi üretmeye, bilgi aktarmaya, bilgiyi kullanmaya yöneleceğiz… Desem…Fazla iyimser bir giriş mi yapmış olurum? J Kaç kişi tarafından hayalci olmakla, kaç kişi tarafından “bilgisizlıkle”, en azından “ilgisizlikle” suçlanırım?
Belki tam olarak başaramayacağız, belki noksanlarımızın dahi yeterince farkında olmayacağız ama en azından eğitimden beklenen “temel yararı” dile getirmiş olacağım.
Mazeretlere sığınmadan, acilen dünyanın hızını yakalamak ve kaçıp gidenleri yitip bitenleri anlamak için, “bilgi” edinmeye çalışmalıyız.
Elbette bilgi üretmenin sırrı, doğru bilgi aktarımında, doğru araştırmayı öğretebilmekte, doğru sorulara yöneltebilmekte, yaratıcılığa dair genç zihinleri henüz paslanmamış kanalları açık tutabilme başarısında.
Aksi halde “eğitim” diye verdiğimiz köhne kalıplardan, sorgulanamaz dogmalardan öteye gidemeyen ölü bilgi kırıntıları olursa, yerimizde saymaya daha çook devam ederiz.
Çağın “yenilikçi” doğası, literatürde “inovasyon” kelimesi ile karşılanan sürekli yaratıcılığa bağlı gelişimi kaçırılırsa, hep “ikinci el” yaşamaya devam ederiz.
Irwin Yalom, eğitimcileri bu anlamda uyarıp, onlara genç dimağların “yaratıcı” filizlerini öldürmemeleri yönünde telkinlerde bulunurken şu cümleleri sarfediyor:
“Ortododoksların çalışma tarzıdır bu. Yeni filizlenen tehlikeli körpe beyinleri birkaç yıl süreyle doktrin gübresine batırır, sonunda tohuma kaçmasını sağlarlar. Nihayet, son yabani kır çiçeği de solup gittiğinde yaratıcılık ölmüş olur., tarikata yeni giren genci mezun eder ve kutsal kitaba bönce bir bağlılık getireceği konusunda sonuna kadar güvenirler ona… Eğitim görmekte olan kişiden gelecek her sorgulama, bir tür direnç olarak yorumlanır.“ (Yalom, Irvın (1998), Divan, Çev. Özden Arıkan, Ayrıntı Yay., İstanbul, s.127)
Elbette tek başına eğitimcinin çözebileceği bir iş de değildir, yaratıcılığı beslemek. Toplumun bunun yararına dair ikna edilmesi gerekir. Okul dışında, aileden başlamak üzere, sokakta ve her yerde gelişen öğrenme sürecinde, yaratıcılığın önemsenmediği, dahası engellendiğini hisseden bu beyinlerin, sadece ders saatlerinde gelişmesini beklemek hayalcilik olur.
Bilişim sektörünün hep genç, daha genç patronları, yaratıcı fikirleriyle bir sektördeki üretim sürecini allak bullak edebilen genç mucitler, bu çağın kanıksadığımız gerçekleri. Yeni iş ilişkilerinde bu gerçeklere de hazır olmak gerekiyor. İş güvencesi alanındaki yeni süreç de tümüyle iş dünyasındaki rakiplerin yenilikçi müdahalelerine bağlı olacak. Drucker bu durumu şöyle örneklendiriyor:
“Kendi kusuru olmaksızın işsiz kalmak riskinin şimdiki anlamı, bir kimsenin General Electric’de 22 yıl çalıştıktan sonra geldiği mevkideki güvencesini kaybetmesidir. Bir başmühendisi alalım; bu kişi dün buhar tribünleri yapıyor idiyse, bunları yarın da yapacağını biliyordu. Gene biliyordu ki, General Electric piyasanın %45’ini kontrol ederken, onun, bulunduğu pozisyonda kalabilmesi için çok fazla çalışmasına gerek yoktu. Her zaman ona göre bir istihdam imkanı ve ileride zam alma fırsatı olacaktı. Şimdi ise, General Electric’in buhar tribünü imalatından her an vazgeçebileceğinin bilincinde. Hiç tanımadığı bir gencin yarın icat edebileceği bir alet, General Electric’in piyasadaki %45’lik kontrol payını geçersiz hale getirebilecektir.” (Drucker, Peter (1995), Gelecek İçin Yönetim (1990’lar ve Sonrası), Çev. Fikret Üçcan, İş Bankası Yay., İstanbul, s.5)
Bizim gençlerimiz arasında da o mucitlerin olacağını biliyoruz; tüm eğitimcilerimize ve öğrencilerimize, bu tür genç dimağların filizleneceği bir eğitim ortamı ve eğitim dönemi diliyoruz.