Film izlemeyi sever misiniz? Film sektörü, yaygınlaştığı ilk dönemden bugüne önemli değişimler geçirdi. Eğlence amaçlı ve Hollywood kökenli “modern, estetik, zengin” dünyanın resmi ile başlayan serüven, bugün çok ilginç yönlere uzandı. Eğitim döneminin sona erişi ile birlikte, deniz ve kum yanı sıra, sinema geceleri de gençlerin programlarına girdi. Yazın en önemli eğlence sektörü olan müzik dünyasından sonra, ikinci sırayı sinema alır.
Televizyonun yaygınlaşmasıyla ise film sektörünün büyük darbe aldığı bilinir. Bu darbe, uzun süre televizyonda film gösteriminin artırılmasıyla aşılmaya çalışıldı. Ama sonunda hakimiyeti, dizilere bıraktı –ki, daha ayrı bir incelemeyi hak eden ilginç bir dönüşümdür, dizi film hakimiyeti. Oysa sinema, bir dönem dünyada çok daha yaygındı. Camus bir romanında, hafta sonları sinema saatlerinde, insanların nasıl ortalıktan çekildiklerini şöyle anlatır: “Pazar günüydü… Galiba her yerde sinemalar tiyatrolar başlamıştı. Sokakta dükkancılardan, kedilerden başka kimse kalmamıştı… Çatıların üzerinde gökyüzü kızıllaştı ve ilk karartılarla birlikte, sokaklar da canlandı… Hemen o anda mahallenin sinemaları sokağa bir seyirci dalgası boşalttı.” (Albert Camus, Yabancı, Çev. Vedat Günyol, 33. Basım, Can Yayınları, İstanbul, 2010, s.29-30)
Bana sorarsanız, sinema, dramdır. Elbette yaşım da gözetildiğinde, gençlerin pek çoğunun hemen suratını ekşiteceği bu tarz, benim için “insani” olanın estetize sunumudur. Özellikle gençlerin bayıldıkları “komedi sineması”, benim için kabustur. İnadımı kırmak için izlemeye çabaladığım tüm filmler, bir kez daha bu gerçeğin altının çizilmesinden başka bir durağa varamamıştır. Ve kuşkusuz daha önemli ayrım ise “şiddet sineması”nda görülür. Bugünü anlamlandırmakta iyice zorlanan gençliğin, gelecekbilime duyduğu ilginin, “light” bir yansısı olan bilimkurgu filmleri de dahil olmak üzere, “şiddet sineması”nın yükselişi de benimle genç kuşakların arasını açtıkça açar.