UNUTTURULMAK İSTENEN DOĞU TÜRKİSTAN (7)
1961 Yılında Çin Devleti zulmünden Türkiye’ye hicret eden Doğu Türkistan Türkleri kafile başkanı Mehmet Kasım ve arkadaşlarının ülkemize sığınma hikayesini, seçimler ve güncel olaylar nedeniyle yazamadığım haftalık yazılarıma bugün devam edeceğim.
Yazımızın konusunun iyi anlaşılması için önceki yazılarımızdan bir alıntı yapmak istiyorum.
Kırşehir Türk Ocağı, her Cuma günleri çeşitli konularda kültür konferansları düzenliyor. 2018 Mayıs ayında Doğu Türkistan konulu konferansa konuşmacı olarak bu konuda uzman Recep Kanalga’nın yanı sıra ismini hatırlayamadığım Erciyes
Üniversitesinden bir hoca da katıldı. Bu konferansa bende dinleyici olarak katıldım. Konuşmacıların Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine yapılan Çin mezalimlerini anlattıkça, diğer dinleyiciler gibi ben de çok duygulandım. Konuşmacıların bu anlattıklarını kaleme alıp siz okuyucuların bilgisine sunmak istedim. Katılımcılar, Çin Hükümetinin Uygur Türklerine yaptığı mezalimin 2018 yılında artarak devam ettiğini, bu mezalimlerin görüntülerinin Sosyal Medyaya düşen videolar ve yazılarla belgelendiğini, Uygur Türklerine yapılan işkenceleri Dünya kamuoyunun gözü önünde halen artarak devam ettiğini ifade ettiler
Bugün, Mehmet Kasım ve arkadaşlarının Türkiye’ye çileli göçün hikayesine kaldığımız yerden devam etmek istiyorum.
Önceki yazımızda Mehmet Kasım ve arkadaşlarının Afganistan büyükelçisi Kaya Toperi’yi ziyaret ettiklerini, çok iyi karşılandıklarını ve kendilerine Türkiye’ye hicret konusunda yol göstermelerini talep ettikleri konusunda kalmıştık.
Büyükelçi, Mehmet Kasım ve arkadaşlarına büyükelçilik bahçesinde istirahat etmelerini, kendisinin de Afgan makamlarını dolaşıp geleceğini söyleyerek ayrılmıştır.
Mehmet Kasım ve arkadaşları bahçede elçiyi beklerlerken bir buçuk saat sonra büyükelçi, yanlarına gelerek Mehmet Kasım ve arkadaşlarına “Bu iade tehlikesi artık yok. Afgan hükümeti sizlere, vatandaşlık teskeresi verecek. Burada istediğiniz yerde yaşayabilirsiniz. Ben Başbakan, İçişleri ve Dışişleri Bakanları ile görüştüm” demiştir. Mehmet Kasım ve arkadaşları, büyükelçiye bir sene önceki 24 ailenin iade olayını ve şimdi de tüm ailelerin iade edilmesi yönünde çıkan meclis kararını anlattıktan sonra , “Bugün sizin hatırınız için, bu sözü vermiş olabilirler. Bizleri daha sonra parça parça iade edebilirler. Lütfen bize Türkiye’ye gidebilmemiz için yardımcı olun” değmişler. Büyükelçi, “ O konuda bir şey diyemem. Fakat neden olmasın? Gelin görüşelim” diyerek Mehmet Kasım ve arkadaşlarını makamına davet etmiştir.
( Yazımı burada kesmek zorundayım. Gazeteler prensip kararı gereği fazla uzun yazıları yayınladıklarında ikaz ediliyor. Bu konuda yazıma haftaya devam edeceğim.)
Doğu Türkistan’daki mezalimi iyi anlayabilmeniz için her hafta yazımıza, Yeniçağ Gazetesinin 6 Kasım 2018 tarihinde Batuhan Çolak imzası ile çıkan yazısını ekleyeceğim.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Ankara Millî Kütüphane’de bir panel vardı. Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından düzenlenen “Doğu Türkistan’da insan hakları” başlıklı panelde anlatılanlar tarihî öneme sahip.
AA, DHA ve İHA gibi haber ajansları konuyu görmezden geldi.
Etkinlikle ilgili tek haberi Kırım Haber Ajansı’nda (QHA) bulabildim.
Panelin ilk konuşmacısı bir turizmci… Adı Ömürbek Bekali… Doğu Türkistan’daki Çin kampından “Özbekistan vatandaşı” olduğu için çıkabiliyor. Anlattıkları korkunç.
Bekali, kampta yaşadıklarına dikkat çekebilmek için kürsüye elleri ve ayakları zincirlenmiş olarak çıkıyor ve şunları anlatıyor:
“Ben bir turizmciyim. Bir Doğu Türkistanlıyım. Kazak vatandaşıyım. Dedemi görmek için gittiğim Şark-ı Türkistan’da 8 ay tutuklu kaldım. Kazakistan vatandaşı olduğum halde kamplara alındım. Orada Türk olmanız, Müslüman olmanız tutuklanmanız için yeterlidir. Ben bugün Şark-ı Türkistan’daki 30 milyon Uygur Türkünün durumunu, yaşadığı zulmü anlatmak için geldim, bunun için çok gururluyum.
Kamplarda bize, ‘Siz Suriye’deki teröristlere yardım ediyorsunuz terörü buraya da taşıyacaksınız’ diye aşağılıyorlardı. Bir öğün yemek için, Çin liderlerini, devlet başkanını, komünist parti başkanlarını metheden şarkılar söylemeniz gerekiyordu. Buraya zincirlerle çıktım çünkü kampa ilk geleni bu şekilde tutuyorlar. Hiçbir yere gidemiyorsunuz tüm ihtiyaçlarınızı orada gidermek zorundasınız. Yerinize yeni biri gelene kadar. Böyle bir zulüm ve baskı var. Çin, yakın zamana kadar varlığını bile inkâr ettiği kampları dünyaya “eğitim kampları” olarak göstermeye çalışıyor. Orası eğitim kampı falan değil! Benim eğitime ihtiyacım mı var? Ailemde kamplara alınan akademisyenler, eğitimciler var bunların eğitime ihtiyacı olabilir mi? O kamplardan ben Kazakistan vatandaşı olduğum için çıkabildim. Başka türlü çıkma ihtimaliniz yok. Ancak ölünüz çıkar. Nitekim geçen ay (18 Eylül’de) kampta olan babamın ölüm haberini aldım. Bu haberi de kardeşim Doğu Türkistan’dan kendini tehlikeye atarak bana iletti. Muhtemelen bu haberi verdiği için onu da kampa aldılar. Zulüm bu seviyede.
Ben bir Hun evladı ve Türk soylu biri olarak, oradaki kardeşlerimin halini dünyaya anlatmayı kendime bir vazife olarak görüyorum. Ömrümün sonuna kadar, Şarki Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele vereceğim. Doğu Türkistan’da Türk, Türkiye dediğiniz zaman oradaki insanlar için akan sular durur. Türkiye’yi çok severler. Ancak Türkiye’nin bizim yaşadığımız duruma tepki vermemesi bizi çok üzüyor. Son olarak, bize Türk diyorlar. Böyle doğduk böyle öleceğiz.”
İşte Doğu Türkistan’daki yaşananların kısa bir özeti…
Türk oldukları için uğramadıkları işkence kalmayan milyonlarca insan.
Daha ne kadar susabiliriz, daha ne kadar duyarsız kalabiliriz? Soydaşlarını unutan bir millet, geleceğine nasıl umutla bakabilir? Hepsinden de ötesi soydaşını unutan bir millet, ümmetini nasıl kurtaracak?