Kırşehirli Büyük Ozan ve Bozlak Ustası merhum Neşet Ertaş, bu yıl Mersin’de, 28 Kasım tarihinde anıldı. Geleneksel olarak yapılan “Neşet Ertaş’ı Anma ve Kırşehir Türkü Gecesi”nin DİA Center’da yapılmasını kararlaştıran Mersin-Kırşehir Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı, geceye tüm Kırşehirlileri hemşehrilerimizi davet etti. “Türkü Gecesi”nde yöresel sanatçılar sahne aldı; Folklor ve kaşık oyunları, davul-zurna şovları ile bozlak ve türkülerin seslendirildiği bu özel gecede, Kırşehir’e mal olmuş değerleri tanıtıcı resim sergisi düzenlendi.
Türkiye’de “türkü” denince akla gelen ilk birkaç kişiden biri olan Ertaş, bağlama ile olan can yoldaşlığı kadar, türkülerinde var olan o “bilge” sözlerle de ünlüdür. Bu toprağın sesini, duygusunu, yaşam tarzını müzikle dile getiren ozan, türküleriyle ölmezleşmiştir.
Halk kültürü-yüksek kültür tartışmalarında en öne çıkan sanat dalı müzik olmaktadır. “Bu toprağın müziği” olan türküler de doğal olarak en başta değerlendirilen ögelerdir.
Ülkemizin “radikal fikir” sahiplerinden biri olan Mehmet Ali Kılıçbay, oldukça “kışkırtıcı” ve bir o kadar da türküseverleri “kızdırıcı” bir görüş ileri sürer. Ona göre, müziğin “uygarlaştırıcı” işlevi, “evrenselliğinde” yatar, türkü ise “yerel” bir ögedir. Şöyle der:
“Artık açıkça söylemenin zamanı gelmiştir ki, türkü yerel bir kültürel ögedir. Yani uygarlık unsuru değildir, çünkü boyutu ve tınısı yoktur. Öte yandan, köhnedir, müzikal ve sözel formları binlerce yıl gerilere gitmektedir.” (Kılıçbay, Mehmet Ali (1996), Felsefesiz Sanat Oyunsuz Tarih, İmge Kitabevi, Ankara, s.30)
Okurların büyük bölümünün şu anda kızgınlıkla itiraz ettiklerini görür gibiyim. Türkünün “yerel bir kültürel öge” olduğu vurgulandıktan sonra bu ögenin “uygarlık unsuru sayılmaması” elbette itiraza konu olacaktır.
Dahası Kılıçbay, neden uygarlık unsuru sayılmadığını açıklamak için: türkünün, “boyutu ve tınısı yoktur” yargısını kullanır. Sanırım asıl kırılma noktası da burada oluşur, yazarın bu yargısı son derece “öznel” ve “dayanaksız” görünmektedir.
Türkünün “müzikal ve sözel formlarının binlerce yıl gerilere gitmesi”nin ise “köhnelik” olarak değerlendirilmesi tamamen saçma görünmektedir
Üstelik Kılıçbay, bu ithamıyla da yetinmez, konuyu bir adım daha ileri taşır ve “ulusal bir türkü formumuzun olmaması”nı da eleştirir. Şöyle aktarır bu iddiasını:
“Bugün Türkiye’de ulusal bir türkü formu gelişmemiştir. Her bölgenin, hatta neredeyse her ilçenin ayrı türkü tarzları bulunmaktadır. Bunun bir zenginlik olduğu sakın iddia edilmesin, bu ulusallaşamayan yerel bir formun tümörleşmiş halidir. Bu kadar yerel ve arkaik bir kültür ögesini ulusal kültürün bir parçası sanmak, öyle sunmak ve “ulusal” kelimesinin ülkemizde büründürüldüğü kutsallığın arkasına sığınarak türküye karşı çıkmanın ulusallığa karşı çıkmak olduğu izlenimini uyandırmak, Türkiye’ye, Türk kültürüne yarar değil, zarar verir.” s.30
Doğrusu ben halk kültürü konusunun uzmanı değilim ve uzmanlar bu ithamı nasıl karşılarlar bilemem. Ancak iyi bir okuyucu olarak benim, okuduğum bu yorumdan etkilenmemem düşünülemezdi.
Ama az çok kültür alanında “dirsek çürütmüş” biri olarak, Neşet Ertaş soluğunun, hem her daim “güncel”, hem derinlikli şekilde bu toprağa ait olarak “yerel”, hem de dünyanın tüm yerelliklerindeki kadar “içtenlikli” ve “bilgece” olması nedeniyle “uygarlığa sunulmuş özgün ve büyük bir katkı” olarak kabulünün gerektiğini düşünürüm.
Anma gecesine katılacak şanslılardan olmadığım için hayıflanırım bir de…