Gazetemizde bu hafta, Hayırsever bir hemşerimiz tarafından, eğitim hizmetlerinde kullanılmak üzere İl Özel İdaresi’ne 275 bin TL bağışta bulunduğu; düzenlenen imza töreninde valimizin, Kırşehir’in eğitim alanında çok iyi bir konumda olduğunu ve bu başarıda hayırseverlerinde önemli katkılarının bulunduğunu söylediği” bildirilmekteydi.
Sürecin çözümünde, şahsi çabalarının rolü büyük olan Mucur ilçemizin dinamik Kaymakamı, Mucurlu ailenin elim şekilde kaybettikleri üç çocuklarının adını yaşatabilmek için, bu bağışla gerçekleştirilecek eğitim kurumunun yapımına nasıl umut bağladıklarını anlattığında, işin derin duygusal yönü de ortaya çıktı.
Evlat acısı üzerine yazmak pek zor elbet. İnsan olaylara karşı koruyabildiği düşünsel mesafeyi, duygusal olaylarda koymayı beceremiyor her zaman.
Ama evlat acısı sözü, bana hemen Ayla Kutlu’nun bir romanından yaptığım alıntıyı anımsatır. Kutlu, burada eş acısı ile evlat acısını karşılaştırır ve şöyle der:
“Halalarım derdi ki, kadın kocasını yitirdiğinde, yüreğindeki acı, topluiğnenin acı kadar olurmuş. Giderek büyürmüş bu acı. İçinde, derin bir uçuruma dönermiş. Onu bir kabuk bırakana kadar. Halbuki evlat acısı tam tersiymiş. Uçurum gibi başlar, topluiğne ucu kadar küçülürmüş.“ (Ayla Kutlu, Göçmen Bir kuştu O, Bilgi Yay, 7.Bas., 2005, s.215)
Kutlu’nun bu yaklaşımında bir terslik var gibi gelir bana hep. Özneleri değiştirdiğimde daha bir doğru olacak gibidir. Ama kimsenin deneyimiyle kanıtlanmasını da istemem elbet.
Işin acıyla ilgili bu yönü yanısıra, haberde dikkatimi çeken birşey daha oldu: “hayırsever emekli Bekir Amca ve ev hanımı eşi Emine Teyze; erken yaşlarda kaybettikleri üç evladının vasiyetini yerine getirmek ve anılarını yaşatmak için, kendi soy isimleri olan “Mutlu ve Temiz” soy isimlerinin, yapımı Mucur’da süren anaokuluna verilmesini” istiyorlardı.
Bu yaşlı çiftin, bunca yıllık evlilikten sonra, çocuklarının anılarında kendi soyadlarını ayrı ayrı düşünmeleri ilginçti. Gençlerde bile henüz soyadı konusunda bu tür bir uzlaşma zorken, bu çifti bulup kutlamak istedim.
Yanlış anlaşılmasın, kadınların evlilikte kendi soyadlarını koruma çabaları, birçok kadın arkadaşımın tersine bana anlamlı gelmez. Sonunda anaerkil toplum yapısından (yani soyun anneye göre belirlendiği yüzyıllardan), babaerkil yapıya (yani soyun babaya göre belirlendiği çağa) geçişle birlikte; soyadının “kadının babasına” ya da “kocasına” göre şekillenmesi, ataerkil çerçevenin kabulünden fazla bir anlam taşımaz bence.
Ama yine de kendi yaşıtları gözetildiğinde, Emine Teyze’nin bu talebi yapabilmesi kadar, Bekir Amca’nın kabulü takdire değer.
Bu husus da eklendiğinde, zaten çok güzel bir isim olan, “Mutlu-Temiz Anaokulu” adı daha da bir anlam kazanıyor.
Eğitime yapılan bu katkının bağış tutarı ve inşaat yapım maliyeti ilişkisine dair aşılması güç bürokratik engeli aşan ise yine dinamik kaymakamımız oluyor. Bu anlamda hayırseverlik/yardımseverlik ilişkisi, kaymakamın çabalarında, yaşlı çiftin memnuniyetine yol açıyor; onların gönüllü bağışları ise eğitim kurumları üzerinden eğitim alacak nice çocuğa ulaşıyor.
Örnek olayımızdaki sürece, “acının iyilikle bastırılması” diyebilir miyiz bilmiyorum; ama iyiliğin her durumda teşekkürle karşılanması gerektiğini biliyorum.