Bu hafta, emek dünyasına ilişkin dikkat çekici bir haberimiz vardı. Haberde, Kırşehir Türk Eğitim-Sen, temsilciliğinin, Cacabey meydanında toplanıp, verilen zamları protesto ederek maaş bordrolarını yaktıkları bildiriliyordu. Grup adına açıklama yapan Türk Eğitim-Sen temsilcisi “2014’ün memurlar ve emekliler için kara bir yıl olduğunu; Böyle giderse 2015′in de daha zor bir yıl olacağını; birçok gıdanın zamlanmasına karşın memur ve emeklinin beklenen zammı alamadıklarını” ifade ediyordu.
Sendikacının eleştirilerinden, meslektaşlarının da paylarını almışlardı. Temsilci bu konuda, “iş bilmeyen sözde sendikaların iktidarla el birliği yapıp memura verdiği zararı bizzat yaşayarak görmekteyiz.” diyerek, onları da uyarıyordu. Açıklamaların ardından, sendika temsilcileri, eyleme katılan memurlar ile birlikte maaş bordrolarını yakarak alandan ayrılmışlardı.
Sendikaların da çabalarına temel oluşturan ve evrensel insan hakları içerisinde önemli bir yere sahip olan, “sosyal ve ekonomik haklar”, gelişmiş dünyanın önemli bir kazanımı. Bu haklar içinde de “ücretler”, doğal olarak önemli bir yer tutuyor. Ancak günümüzde bu hakların, çalışma dünyasında yaşanan hem hızlı hem de derin dönüşümler sonucu, oldukça kaygan bir zeminde işlerlik kazandıklarını görüyoruz.
Kuşkusuz bugün hemen tüm demokratik ülkelerin çalışma yasalarında yer alan bu haklar, uzun tarihsel süreç ve mücadelelerle kazanılmıştır. Alatlı’nın verdiği bilgiye gore, “1909’da Chicago’da, haftada 50.5 saat mesai yapan üstelik sendikalı bir erkek işçinin ortalama ücreti 19-20 dolardır… Yine bu kentte aynı yıl, yarısından fazlası çocuk yaşında 259 işçinin öldüğü maden yangını vardır, Cherry de.” (Alatlı, Alev (2009), Hollywood’u Kapattığım Gün, Everest Yay., 2.Basım, İstanbul, s.242)
Alatlı’nın verdiği bu sadece tek cümleye sığan bilgilerden, tarihsel çalışma koşullarına dair, çalışma süresi, çalışma yaşı, çalışma ortamı, iş sağlığı ve güvenliği ve ücretler konusunda -bugün genellikle aşılmış olduğu kabul edilen- pek çok önemli hukuksal sorunu aynı anda görebilmekteyiz.
Çalışanların hukuksal güvencelerinden biri olan sendikalar, 19. ve 20. yüzyıllarda yaygınlık kazanmış olmasına karşın, 21. yüzyılın çalışma ortamı, bu kurumu dönüştürmüştür. Sendika deyince, iş dünyasında akla ilk gelen olumsuz örnek Ford olur. “Fordist üretim sistemi” olarak bilinen sistemle anılan Henry Ford, genellikle, seri imalatın “babası” olarak yanlış tanımlanır.
“Aslında kendisi bu sistemi, araba imalatına uygulayan ilk üreticidir. Seri imalat, ABD’de yüz yılı aşkın bir süredir kullanılmakta olan bir endüstri metoduydu… Bu sistemin işçiler üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle suçlanan Ford kararlı bir işadamıydı ve iş yerlerinde sendika yasağı vardı. Montaj hattının temposuna ayak uyduramayan herkes derhal işten çıkartılıyordu… Kaçınılmaz patlama 1937 yılında gerçekleşti. Amerika Birleşmiş Otomobil İşçileri Derneği’ne bağlı sendika üyelerinin Ford çalışanlarına broşür dağıtması üzerine bu gün, Amerika’nın tarihindeki en kara günlerden biri oldu. Sendika üyeleri ile Ford şirketinin kiraladığı söylenen çete üyeleri arasında Rouge nehri köprüsü üzerinde yaşanan kanlı çatışma haftalarca diğer Ford fabrikalarında da sürdü. Şirketin sendika ve çalışanlarına yaptığı muamele, ulusal bir skandal halini almış ve hükümetin Ulusal işçi İlişkileri Kurulu, Ford’a sert bir uyarı göndermişti. Sonuçta Henry Ford pes ederek sendikaların Ford fabrikalarına girmelerine izin verdi.” (Pollard, Michael (1996), İş Dünyasına Yön Verenler Çev.Ayşe Aydoğan, İlkkaynak Yay., Ankara, s.30-31, 45-47)
Sendikal çabalar, bu uzun süreçte, çalışanların birçok hakkının garantiye alınmasında, olumlu sonuçlar üretmişlerdir. Ancak günümüzde sendikalizm, gerek çalışma koşullarının farklılaşması, gerekse toplumsal örgütlülük modellerinde yaşanan dönüşümler sonucunda, eski önemini yitirmiş görünmektedir.
Ancak unutmamak gerekir ki, güç çatışmalarında birlikte olma araçları her zamankinden daha etkilidir. Bu nedenle olabildiğince bu platformu korumaya ve işlerliğini artırmaya çalışmak gerekmektedir.