ÖZGE CANLAR SOLMASIN

13 Aralık 2015
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
1910 defa okundu.

serap 5

Çağdaş dünyanın eski çağlara göre çok daha medeni ve gelişkin olması gerektiği yolundaki iyimser modern bakışımız, her gün bir olayla daha kararıyor. Şiddet özümüzün en kolay yansıdığı yerler ise hala bu yüzyılda “kadın bedenleri” oluyor. Ne denli eğitim programları düzenlediğimizi söylesek, süslü projeler üretsek de hepimiz bir büyük yalanı içten içe paylaştığımızı biliyoruz.

Bir anne bir baba olarak, “eşitlikçi” bir dünya için evlatlar yetiştirmiyoruz; “oğlumuzu” ve “kızımızı” hayata ayrı yaklaşımlarla hazırlıyor ve ayrılığı kanıksasınlar istiyoruz.

Sonra ülke olarak bitmeyen “vahşet” örnekleri ile dünya haber tarihine geçiyoruz. Karısını döven kocaları bildiğimiz halde onları polise ihbar etmiyor ve kadını “aile içindeki” konumuna hapsediyoruz. Kızkardeşine “efelenen” oğlumuzu bıyık altı gülerek pohpohluyor ve sonra kadına şiddet konferanslarında “bazı kötü adamları lanetleyerek” vicdan temizliyoruz.

Hep içeriye oynadığımız için “evrensel” ilkeleri dışarıda bırakıyor ve “bizim kendimizden başka dostumuz yok” teranesiyle, dışarının bizi nasıl dehşetle izlediğini anlamaya çabalamıyoruz. Oysa tüm kötü sicil hepimizin adına yazılıyor, kimse masum değil çaba göstermediği bu karanlık senaryoda.

Ülke olarak sicilimize işlenen bir kara leke de, “20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın, boğazı kesilerek ve yakılarak öldürülmüş halde bulunması” olmuştu. Evine dönmek için bindiği minibüsün şoförünün tecavüz amacıyla genç kıza saldırdığı, direnmesi üzerine boğazını keserek öldürdükten sonra ormanda yaktığı belirlenmişti.

Davaya ilişkin tek avuntumuz, hukukun kamuoyu duyarlığını dikkate alarak “en ağır” cezalandırma yolunu izlemesi oldu. Ama aslolan “cezai tedbirler” değil, “önleyici tedbirler” olmalıdır.

Kırşehir Milli Eğitim Müdürlüğü Akçakent Halk Eğitim Merkezi adına düzenlenen Erasmus Programı kapsamında da “Özge Canlar Solmasın” başlıklı projesi düzenlendiğini geçen haftaki haberlerimizden öğrendik.

Kentimizin bir projesinde bu duyarlığı görmekten elbette mutlu olduk. Proje kapsamında düzenlenecek geziden daha fazla somut sonuçlar çıkmasını da ümit ettik doğal olarak.

Kadına karşı şiddet bir “toplumsal olgu” ama unutmayalım ki, kökeninde “aile” olgusu bulunmaktadır. Yani kadınlar, “dış unsurların” şiddetinden daha sıklıkla en yakınlarından ve “ev içinde” şiddet görmektedirler ve bu şiddetin örtük kanıksanmışlığı, dışarıdaki şiddetin de ana damarını oluşturur.

Ne yazık ki ülkemizde, “aile” kavramının hemen çağrıştırdığı diğer hukuksal kavram ne sevgidir ne saygı; “şiddet”tir, kanıksanmış bir doğallıkla. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında güncel bazı düzenlemeler yapılmıştır.

Ama bu tür hizmet sunumlarında sıklıkla karşılaşılan sorun şudur: suçlanan taraf, “standardı pek de fazla aşmayan tavırları nedeniyle eleştirilmesini” abartılı bir müdahale olarak bulur ve uyarıları çok da ciddiye almaz. Bilirler ki, tavırları “mevzuat”a uymasa da “toplumsal örtük kabuller”e pek de aykırı düşmemektedir. Toplumsal karakterin baskın ataerkil doğası dönüşmedikçe, eylemlerinin “suç” olduğu konusunda fazlaca ikna olmazlar. Çünkü “toplumda yaygın olan ve kabul gören kurallar, üyelerin karakterlerini de belirler (sosyal karakter).” (Fromm, Erich (2004), Sahip Olmak Ya Da Olmak, Çev. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, İstanbul, s.106)

Dolayısıyla resmi müdahalelerin gerçekten etkili olabilmesi için, “sertifikalı elemanların” yapacağı çok az şey vardır. Kimi kez bu elemanların bile kendilerini ikna edemedikleri bir ayrı toplumsal kabuller alanı mevcutsa, asıl görev evrensel değerleri o art alana da sindirmenin yolunu bulmaktadır. Ancak toplumsal ayıplama oluştuğunda, bir geri adım beklenebilir. Bu da bizim “sosyal karakter” kodlarımızdan “kadına karşı şiddet”i gerçekten çıkarmamızla mümkündür.

Anahtar Kelime: ,
YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN