Özel güvenlik” kavramıyla tanışmamız, 1990’lara kadar ancak gider. “Sosyal devlet” kavramının aşınması da aynı yıllarda başlar. 1980ler küresel liberal rüzgarların yıllarıdır ama yine de söylem olarak da olsa, “devlet” denince “eğitim, sağlık, güvenlik” hizmetleri gelir akla.
Oysa bugün, bu üç temel alanda da “devlet” kavramı akla ilk gelen olgu değildir. Eğitim ve sağlık hizmetlerine kadar yayılan “özelleşme” furyası, güvenlik sorununu da “özel” duruma getirir.
Kuşkusuz aynı dönemler, gelir eşitsizliği makasının da açılmaya başladığı dönemlerdir. “Yoksulluk” uluslar arası sözleşmelerin, zirvelerin başlıca konusu haline gelir. Dahası, kırsaldaki homojen yaşamda pek algılanmayan yoksulluk olgusu, kentsel ortamda belirginlik ve görünürlük kazanır.
“Bugün kentler, artarak büyüyen ve çeşitlenen suçların en yaygın olarak işlendiği merkezler olma durumuna gelmiştir… Son günlerde ülkemizde ilköğretim okulları düzeyine inen şiddet haberlerinin de gösterdiği bu duruma karşı, “çağdaş” yaşamın pek çok teknolojik yeniliği devreye girmektedir. Güvenlik kameraları, güvenli siteler, özel güvenlik şirketleri, en güvenli ulaşım firmaları ve daha birçok ürün güvenliğimizin “ticari” boyutunu simgeler.
Kuşkusuz bu gelişimin “kentsel” kökenli nedenleri yanında, genel toplumsal arka planları da bulunmaktadır. Küresel işsizlik ve yoksulluğun tırmanışı, bu durumdan beslenen terör ve uluslarası suçların artışı gibi. Ancak bu arka planın kentsel ortamlara yansıması, kentsel çelişkilerle de beslendiğinde, ortaya ürkütücü bir tablo çıkmaktadır…”
“Güvenlik endişesi kolaylıkla paranoik bir boyut kazanabilir. En önemli gösterge kentsel platformda yoksulluğun artışı ile birlikte tehdit algılamasının yaygınlaşmasıdır. Kent sokaklarının yarattığı potansiyel tehlike önyargısı, diğer kentlileri daha da içe kapalı kılmakta ve dışarıdakini daha fazla itmektedir. Daha önemlisi, bu algılama dış dünyayı sürekli bir tehdit unsuru olarak görme eğilimindedir. Güvenlik sorununa karşı bir önlem olan bu tavrın içerdiği dışlayıcı yaklaşım, algısal düzlemde sorunun büyümesine de katkı sunmaktadır.” (A.Serap Tunçer, “Yoksulluk, Kentlerde Suç Artışı ve Kent Merkezlerinde Özel Güvenlik Hizmetleri Verilmesi”, Gazi İİBF Dergisi, C.10, S.3, 2008, ss.201-228)
İşte bu nedenle kentlerde “özel güvenlik” hizmetleri, kamu kurumlarından özel kurumlara, alışveriş merkezlerinden konut sitelerine, hemen tüm kurumsal mekanların bir gereksinimi olmuştur. Gazetemizin “özel güvenlik elemanlarından üniversite mezunu olanlar polisliğe geçebilecek” şeklindeki haberini de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Kırşehir’de görev yapan özel güvenlik görevlileri de dahil olmak üzere, Türkiye’de sayıları 233 bin 457’yi bulduğu bildirilen özel güvenlik görevlilerinden eğitim koşulu dışında da bazı özellikler aranıyor.
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın İstanbul Adalet Sarayı’nda şehit edilmesinin ardından Cumhurbaşkanının, kamuda özel güvenlikçi uygulamasına son verilmesi çağrısı sonrası, İçişleri Bakanlığı’nın özel güvenlik elemanlarının polisliğe geçişi için yaptığı hazırlıkların son aşamaya geldiği anlaşılıyor.
Çalışma, halen özel şirket elemanı olarak kamu kurumlarında istihdam edilen güvenlik elemanları arasında yaş, eğitim, fiziki yeterlilik gibi kriterleri karşılayanların, sınavla Emniyet Teşkilatı’na polis olarak girmesini öngörüyor. Sınavı geçenler, 1 yıl polis eğitim merkezlerinde eğitim alacak. Şartları tutanlar sevinirken, şartları uymayanlar işsizlikle baş başa kalacağı korkusunu yaşıyor.
Ama daha önemlisi var, “güvenlik” açısından tehdit oluşturan ekonomik vd koşullar sürerken, enerjimizi “önleyici” değil, “tedavi edici” hiç değil, sadece “yakalayıcı” bir sürece odaklamış bulunuyoruz. Bunun da literatürdeki adı, “polis devletine adım adım!”dır…
Özel güvenlik” kavramıyla tanışmamız, 1990’lara kadar ancak gider. “Sosyal devlet” kavramının aşınması da aynı yıllarda başlar. 1980ler küresel liberal rüzgarların yıllarıdır ama yine de söylem olarak da olsa, “devlet” denince “eğitim, sağlık, güvenlik” hizmetleri gelir akla.
Oysa bugün, bu üç temel alanda da “devlet” kavramı akla ilk gelen olgu değildir. Eğitim ve sağlık hizmetlerine kadar yayılan “özelleşme” furyası, güvenlik sorununu da “özel” duruma getirir.
Kuşkusuz aynı dönemler, gelir eşitsizliği makasının da açılmaya başladığı dönemlerdir. “Yoksulluk” uluslar arası sözleşmelerin, zirvelerin başlıca konusu haline gelir. Dahası, kırsaldaki homojen yaşamda pek algılanmayan yoksulluk olgusu, kentsel ortamda belirginlik ve görünürlük kazanır.
“Bugün kentler, artarak büyüyen ve çeşitlenen suçların en yaygın olarak işlendiği merkezler olma durumuna gelmiştir… Son günlerde ülkemizde ilköğretim okulları düzeyine inen şiddet haberlerinin de gösterdiği bu duruma karşı, “çağdaş” yaşamın pek çok teknolojik yeniliği devreye girmektedir. Güvenlik kameraları, güvenli siteler, özel güvenlik şirketleri, en güvenli ulaşım firmaları ve daha birçok ürün güvenliğimizin “ticari” boyutunu simgeler.
Kuşkusuz bu gelişimin “kentsel” kökenli nedenleri yanında, genel toplumsal arka planları da bulunmaktadır. Küresel işsizlik ve yoksulluğun tırmanışı, bu durumdan beslenen terör ve uluslarası suçların artışı gibi. Ancak bu arka planın kentsel ortamlara yansıması, kentsel çelişkilerle de beslendiğinde, ortaya ürkütücü bir tablo çıkmaktadır…”
“Güvenlik endişesi kolaylıkla paranoik bir boyut kazanabilir. En önemli gösterge kentsel platformda yoksulluğun artışı ile birlikte tehdit algılamasının yaygınlaşmasıdır. Kent sokaklarının yarattığı potansiyel tehlike önyargısı, diğer kentlileri daha da içe kapalı kılmakta ve dışarıdakini daha fazla itmektedir. Daha önemlisi, bu algılama dış dünyayı sürekli bir tehdit unsuru olarak görme eğilimindedir. Güvenlik sorununa karşı bir önlem olan bu tavrın içerdiği dışlayıcı yaklaşım, algısal düzlemde sorunun büyümesine de katkı sunmaktadır.” (A.Serap Tunçer, “Yoksulluk, Kentlerde Suç Artışı ve Kent Merkezlerinde Özel Güvenlik Hizmetleri Verilmesi”, Gazi İİBF Dergisi, C.10, S.3, 2008, ss.201-228)
İşte bu nedenle kentlerde “özel güvenlik” hizmetleri, kamu kurumlarından özel kurumlara, alışveriş merkezlerinden konut sitelerine, hemen tüm kurumsal mekanların bir gereksinimi olmuştur. Gazetemizin “özel güvenlik elemanlarından üniversite mezunu olanlar polisliğe geçebilecek” şeklindeki haberini de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Kırşehir’de görev yapan özel güvenlik görevlileri de dahil olmak üzere, Türkiye’de sayıları 233 bin 457’yi bulduğu bildirilen özel güvenlik görevlilerinden eğitim koşulu dışında da bazı özellikler aranıyor.
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın İstanbul Adalet Sarayı’nda şehit edilmesinin ardından Cumhurbaşkanının, kamuda özel güvenlikçi uygulamasına son verilmesi çağrısı sonrası, İçişleri Bakanlığı’nın özel güvenlik elemanlarının polisliğe geçişi için yaptığı hazırlıkların son aşamaya geldiği anlaşılıyor.
Çalışma, halen özel şirket elemanı olarak kamu kurumlarında istihdam edilen güvenlik elemanları arasında yaş, eğitim, fiziki yeterlilik gibi kriterleri karşılayanların, sınavla Emniyet Teşkilatı’na polis olarak girmesini öngörüyor. Sınavı geçenler, 1 yıl polis eğitim merkezlerinde eğitim alacak. Şartları tutanlar sevinirken, şartları uymayanlar işsizlikle baş başa kalacağı korkusunu yaşıyor.
Ama daha önemlisi var, “güvenlik” açısından tehdit oluşturan ekonomik vd koşullar sürerken, enerjimizi “önleyici” değil, “tedavi edici” hiç değil, sadece “yakalayıcı” bir sürece odaklamış bulunuyoruz. Bunun da literatürdeki adı, “polis devletine adım adım!”dır…