Haberlerimiz arasında, Kırşehir’in yeni korkusu” olarak tarif edilen bir dev örümcek vardı bu hafta. Halk arasında “Sarı Ömer”, “Sarıkız” ya da “Deve Örümceği” olarak bilenen, boyu 10 cm´yi bulan ve “etle beslenen” zehirli bir örümcek olan böceğin, Kapadokya´da turistin en yoğun olduğu Göreme´de görülmesi üzerine yaşanan soruna dikkat çekiliyordu. Kuzey Irak ve Türkiye´de yoğunlukla Hakkari bölgesinde görülen devasa örümceğin, kaynaklarda 2 ağzı 10 bacağı bulunduğunun yazıldığı; etle beslenen ve ürkütücü bir görüntüye sahip olan “Sarı Ömer-Sarıkız”ın insanı ısırdığı zaman enjekte ettiği zehir nedeniyle insan vücudunun ısırılan bölgesinin birkaç gün sora çürüdüğü belirtiliyordu. Bu örümcekten turistin en yoğun olduğu bölgede 3 gün içerisinde 10´dan fazla öldürüldüğü bildirilen haberde, ilginç bir detay vardı. Müdahale edildiği zaman kaçmayan örümceğin iki ayağının üzerinde şaha kalkarak mücadele ettiği vurgulanmakta idi.
Doğrusu kendim dahil, çevremde bir “dev örümceği” bırakın görmeyi, duymaktan bile irkilen kadınlar için, örümceğin öldürülmesi haberi en rahatlatıcı kısmı sanırım. Öte yandan ne zaman, “insan için tehlikeli olduğundan ortadan kaldırılması gereken” bir türle ilgili haber görsem, “çevreci vicdanım” beni iki yönlü sıkıştırmaya başlıyor.
Çevreci akımlar”ın iki boyutu vardır: Birinci tür çevreciler, “insanmerkezci”dirler; yani bir tür insan için yararlıysa onun yaşam hakkına saygı duyulur ama değilse ya da insana zararlıysa, burada o canlının “yaşam hakkı” savunulmaz. İkinci tür olan “doğamerkezci”ler ise tam da bu noktaya karşı çıkar ve “insan için yararlı olmasa da hatta zararlı olsa bile” her türün yaşam hakkını savunurlar. “Derin ekoloji” akımı ile birlikte daha da derinleşen bu tartışmanın kökeninde bir “yaprak biti davası” bulunur. Öğrencilerimin iyi bildikleri bu dava, Fransa’da çeşitli akademik ve siyasi görevlerinden sonra Milli Eğitim Bakanı olan bir profesörün Luc Ferry’nin bir kitabında yer almakta. Davanın özünü, insanlara zarar veren bir tür olan “yaprak bitleri”nin, “avukatları” eliyle savunuldukları bir davadır. Ferry bu davayı şöyle özetler: “1587. Saint-Julien köyü sakinleri, Saint-Jean-de-Maurienne’deki piskoposluk yargıcına başvurarak bir yaprak biti sürüsüne karşı dava açarlar. Ambleve ya da La Verpilliere’den geldiğini iddia ettikleri bu haşaratın bağlarını istila ederek çok büyük zararlara neden olduğunu belirten köylüler, dava vekillerinden, kendileri adına “Maurienne piskoposluğu genel ve resmi naibi muhterem senyöre” hitaben bir dava dilekçesi hazırlamasını talep etmekte ve naipten, Tanrının gazabını dindirmek ve “aforoz ya da uygun düşecek başka bir yasaklama yoluyla”, böceklerin kurallar çerçevesinde ve nihai olarak defedilmeleri için uygun görülen önlemleri kendilerine salık vermesini rica etmektedirler.” (Ferry, Luc (2000), Ekolojik Yeni Düzen, Çev. Turhan Ilgaz, Yky, İstanbul, s.10)
Görüldüğü gibi bela “Tanrı’nın gazabı” olarak tanımlanmakta ve “dinen de uygun bulunacak” bir kurtuluş yolu aranmaktadır. Ferry benzer bir davanın 40 yıl önce de açıldığını aktarır: “Bu olaydan kırk yıl kadar önce, 1545’de aynı Ambleve’li haşerelere (ya da en azından atalarına) karşı, benzer bir dava daha açılmıştı. Olay, yargılama usulünün öngördüğü üzere, piskoposluk yargıcının bizzat atamış olduğu avukat tarafından savunulan böceklerin zaferiyle sonuçlanmıştı. Yargıç, hayvanların da Tanrı tarafından yaratılmış olmaları dolayısıyla, bitkilerle beslenmek konusunda insanlarla aynı hakka sahip oldukları görüşüne vararak, böcekleri aforoz etme talebini reddetmiş, 8 mayıs 1546 tarihli bir emirle davacıların topluca dua ederek günahlarından ötürü içtenlikle bağışlanmayı dilemelerine ve Tanrı’nın inayetine sığınmalarına karar vermekle yetinmişti…” (Ferry, 2000: 9-10)
“Kırkiki yıl sonraki dava, uzlaşma ile “iş bu hayvanlar için… yaşayabilecekleri yeterli bir otlatma alanı hazırlamak” sonucuna vardı. Bölgenin “bazı koşullarla ve sürekli olmak kaydıyla sözleşmeyle devri” taahhüt ediliyordu. “Doğayla sözleşme”nin, doğanın varlıklarıyla yapılan bir anlaşmanın bu ilk örneği, …savunma avukatının, bu toprak parçasının, “kısır” oluşu nedeniyle “tazminat” talebiyle sürdü.” Ferry burada, “Nihai kararın ne olduğunu bilmiyorum” diyor. (FERRY, 2000: 10-11)
Bu durumda yaprak bitlerine tazminat ödeyen bir nesil bilgisiyle, sarıkızın da öldürülmeye karşı bir avukat tarafından korunması olasılığını dikkate almamız gerektiğini vurgulamakla yetiniyorum. J