Gazetemizin son iki haftalık haber portföyü incelendiğinde, birkaç farklı haberin, aslında dikkat çekici şekilde aynı konuya parmak bastığı görülecektir.
Gazetemizin son iki haftalık haber portföyü incelendiğinde, birkaç farklı haberin, aslında dikkat çekici şekilde aynı konuya parmak bastığı görülecektir.
11 temmuz tarihli ilk haberimizde, “Ayakkabı tamircilerinin ‘Çin’ isyanı!” başlıklı haberde, “Kırşehir’de ayakkabı tamirciliği yapan esnafların, Çin’den gelen düşük kaliteli ayakkabılar sebebiyle tamircilik sektörünün bitme noktasına geldiği”nden şikayetçi oldukları; Medrese Mahallesi’nde 30 yıldır ayakkabı tamirciliği yapan Mehmet Ali Kılıçoğlu’nun beyanına göre, “vatandaşların deforme olan ayakkabıları tamir ettirmek yerine ucuz Çin malı yenisini almayı tercih ettiklerini” ifade ettiği belirtilmekte.
23 temmuz tarihli ikinci haberimizde ise, “El emeğine ilgi azaldı” başlığıyla, “15 yıldır Kırşehirlilere hizmet veren tuhafiye işletmecisi Nihat Can’ın, “Tuhafiye’de el emeği göz nuru örgülere ilgilerin azaldığını ve toptan, ucuz ve kalitesiz giyimin yaygınlaşmasının bu sektörü olumsuz etkilediği” beyanları verilmekte.
Son olarak, 25 temmuz tarihli “Terziler eski günleri arıyor!” başlığıyla, “Bayram öncesi harıl harıl çalışan terzilerin, günümüzde boş durduklarına” işaret ediliyor ve “hazır giyim çıktıktan sonra el emeği göz nuru terziliğin tarihe karışmaya başladığı” vurgulanıyordu.
Çocuklara sosyoloji derslerinde anlatılmasından kaçınılamayacak temel konulardan biri “küreselleşme”. Bu konuda hangi cümlelerle açıklama yapılırsa yapılsın, küreselleşmenin sonuçlarına ilişkin somut örneği, aslında bu üç haber oluşturuyor.
Küresel ağlar, özellikle ticaret yoluyla, tüm dünyayı etkiliyor. Kimi olumlu sonuçları yadsınamazsa da, bilançonun kazanan/kaybeden kısmına bakıldığında, bu ağlarda güçlünün hep daha güçlendiği, zayıfın da göreli yoksunluğunun arttığı anlaşılıyor.
Tüketim malları standartlaşıyor, hatta markalar yoluyla aynılaşıyor; üretim hep daha ucuz emeğe doğru kayıyor ve “kalite/fiyat” ikileminde, yoksul halklar için kalite vazgeçilen bir unsur oluyor; dahası, geçici zevkler, modalarla beslenen “tüketim toplumu”, “kullan at” felsefesini, sadece ürünlerde değil, fikirlerde bile kabule hazır görünüyor. Böylece, “kaliteli kumaş ve dikiş” anlayışı, sadece bir “etiketi” olmadığı için bile günü yakalayamıyor, sonuçta “terzilik” mesleği zar zor ayakta duruyor; küresel pazarın ucuz emek deposu Çin’de üretilen mallarla fiyat açısından ürünler yarışamıyor ve “tamir”le uğraşan meslekler yokolmaya yüz tutuyor; el emeği ürünler “moda” olmadıkları için hor görülüyor.
Dünyanın en sivri dilli çağdaş felsefecilerinden Chomsky, küresel “ticaret”in bu çerçevesini görememe körlüğüne dikkat çekiyor ve şöyle diyor: “Ticaretin refahı artırdığı varsayılır. Belki artırıyor belki de artırmıyordur. Ama örneğin hava kirliliğini maliyeti gibi hesaba katılmayan maliyetleri ticaretin maliyetine dahile dene kadar, refahı artırıp artırmadığını bilemezsiniz. Bir şey buradan oraya giderken hava kirliliği yaratmaktadır. Bu bir dışsallık olarak adlandırılır, bunu hesaba katmazsınız.” (Noam Chomsky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, Metis Yaşadığımız Dünya, Çev.Ali Çakıroğlu, Tuncay Birkan, 1995, İstanbul, s. 102-103) Ulaşımın ucuzladığından ve bunun getirdiği refah artışından söz ederiz, ama ulaşımla hızlanan “hava kirliliğinin” hayatımıza getirdiği “zararları” pek düşünmeyiz.
Chomsky’ye göre, “Ticaretin maliyetlerinden birisi, insanları geçim alanlarının dışına sürmesidir. Meksika’ya sübvansiyonlu ABD tarımsal ürünleri ihraç ettiğinizde, bu milyonlarca köylüyü çiftçiliği bırakmaya zorlamaktadır. Gerçekte çok yönlü bir maliyettir, çünkü bu milyonlarca insan yalnızca acı çekmekle kalmaz, fakat ücret düzeyini düşürdükleri şehirlere sürülürler. Dolayısıyla, şimdi daha da düşük ücretlerle rekabet eden Amerikalı işçiler dahil, başka insanlar da olumsuz etkilenirler. Bunlar maliyetlerdir.” (s.102-103) Bu da işin tarım boyutu ve belli ki, daha uzun bir başka yazı konusu. J