Yaz mevsimini ve doğayı ne kadar sevsem de benim yaz kabusum “sivrisinekler”dir. Genel olarak sağlıklı bir bünyeye sahip olmama karşın, kötü beslenme alışkanlığı, stresli yaşam ve kontrolü ihmal edilen mide rahatsızlığım nedeniyle “bağımlı”sı olduğum “talcid/rennie” adlı ilaç dışında ilaç kullanmam.
Ama “sivrisinek kovucu” spreyler, bir diğer “mevsimsel bağımlılığımı” oluştururlar. Herhangi bir yabancı yerde, geceyi bir tek dahi olsa bir sivrisinekle geçirme olasılığı beni deli eder. Çünkü ortamda kaç kişi olursa olsun, o sineğin hedefi mutlaka ben olurum.
Bu hafta haberlerimiz arasında bu konuya değinen yazıyı da doğal olarak tebessümle okudum. Öncelikle bu işte “bir kadın parmağı” olduğunu; çünkü, “Sivrisineklerin yumurtlamak için kana ihtiyaç duyduğunu ve erkeklerin yumurtlayamadıkları için ısırmadıklarını” öğrendim. J
Diğer öğrendiğim husus ise sineklerin temel enerji kaynağının şeker olduğu bilgisi idi. Bu durumda her yaz en az 1-2 kez arılar tarafından saldırıya uğradığımda yapılan esprilerin sivrisinekler için de geçerli olduğunu kabul etmek gerekiyordu.
Sivrisineğe çekici gelen husus, doğrudan doğruya saç spreyi, parfüm, deodorant ve sabun gibi kokular da olabiliyormuş. Özetle, “eğer sivrisinekler için çekici bir ten kokunuz varsa hedef olmaktan kaçamazmışız; bunu tetikleyen kokulu maddeler kullanırsak da bu kez ten kokusunu bastıran bu kokular sineğe cazip gelebiliyormuş.” Yani “no way out.” J
Bu da kaçınılmaz ikinci bağımlılığın yani vücuda sürebileceğimiz sineksavar kremleri veya spreylerin temel nedenini oluşturuyor. O nedenle dostlarım yaz gecesi ziyaretlerimde bana kolonya değil, sinek savar ikram ederler. J
Koku deyince benim aklıma edebiyattan hemen iki ayrı eser gelir. Biri Latin Amerika edebiyatının büyük ustası Jorge Amado’nun, “Tarçın Kokulu Kız” adlı eseridir. Sartre’ın, “Halk romanının en iyi örneği” olarak nitelediği bu eserde, güzel ve ele avuca sığmaz Gabriela anlatılır. (Amado, Jorge (2008), Tarçın Kokulu Kız, Çev. Ayda Düz, Can Yayınları, İstanbul.) Gabriela’nın tarçın kokusu bu yazı içeriğine sığmayacağından, benim önerim üzerine bu romanı okumanız gerekecek artık. J
Koku ile ilgili diğer bir önemli eser ise Patrick Süskind’in ürkütücü “Koku” isimli romanıdır. Simyanın insanları etkilediği bir çağda, doğadaki tüm malzemelerden koku üretmeyi başaran bir adamın, sonunda “insan kokusu”ndan yararlanmak için bir kadını öldürmesi tasvir edilir. Şöyledir o ürkütücü bölüm: “Vuruş boğuk, hışırtılı bir ses çıkarmıştı… Topuzu cebine soktu… İlk iş olarak kokulama bezini açıp, yağlı tarafına dokunmamaya özen göstererek masayla sandalyelerin üstüne serdi. Sonra yorganı açtı. Kızın birdenbire yükselen sıcak ve hacimli kokusu etkilemedi Grenouille’i. Biliyordu ya. Tadına varmaya gelince, sonra, gerçekten sahibi olduğu zaman tadına varacaktı. Şimdi önemli olan bu kokudan olabildiğince çok yakalamak, olabildiğince az kaçırmaktı… Hızlı makas hareketleriyle geceliği kesip açtı, çıkardı, yağlı çarşafı açıp vücudun üzerine attı. Sonra kızı kaldırdı, bezin sarkan kenarlarını, fırıncının strudel sarması gibi, altına çevirdi, uçlarını katladı, vücudu ayak parmaklarından alnına kadar sımsıkı sardı. Yalnız saçı görünüyordu bu mumya sargısının ucundan. İyice dibinden kesti saçlarını, geceliğe sarıp küçük bir bohça yaptı. Sonunda bezin artan ucuyla saçsız kafayı örttü, üst üste gelen yerlerini, parmağıyla hafif hafif bastırarak vücuda yapıştırdı… Kusursuz bir paket olmuştu. Yapacak bir şey kalmamıştı, beklemekten, şafak sökene kadar, altı saat beklemekten başka.” Süskind, Patrick (1996) , Koku, Çev.Tevfik Turan, 6.Basım, Can Yay., İstanbul, s. 244-245)
Kıssadan hisse: kokunun bir cazibe unsuru olabileceği gibi ayrımcılığı körükleyen ve ırkçılığa kadar gidebilen bir boyutu olduğu unutulmamalıdır. Koku nedeniyle sivrisineğin düşmanlığına muhatap olmak ehven-i şer kabul edilerek, benim yaptığım gibi sineksavarlı bir yaza hazırlanılmalıdır. J