Tam da geçen hafta telefon kablolarının bağlanması, telefonun günümüzdeki önemi ve iletişim teknolojisinin ilerlemesine ilişkin sözler sarfetmişken, bombayı KPSS sınavında ÖSYM patlattı.
Hatırlayacaksınız, geçen hafta, iletişim teknolojisinde varolan gelişmeler nedeniyle, gençlerin bizim jetonlu telefonlar dönemimizi hiç bilmediklerinden dem vurmuştum.
Bu konudaki tarih aralığından yakınırken de, “telefon jetonları ve telefon kulübeleri önündeki sıraları, jeton yutan telefon makinelerini yumruklamalarımızı” anlatmıştım. Yazımı yorumlayan dostlarla facebook üzerinden yaptığım yorumlarda da şu sonuca varmıştım: “Şimdi “telefon kulübesi” desen çocuklara, anlam veremezler doğal olarak. Yakında “ahize”nin ne olduğunu anımsayan da kalmayacak.” demiştim.
Ben bunu der demez, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi, hafta sonu KPSS sınavında, çocuklara “telefon kulübeleri” konusunu anımsattı. Sorunun tam nasıl sorulduğunu bilmiyorum, ama sosyal medya paylaşımlarında, “telefon kulübesinde halay çekmek” odaklı paylaşım patlaması yaşandı.
Hemen herkes birbirini, telefon kulübesinde halaya davet etti, halay başının kim olacağı tartışmaları yaşandı. Evlilik hazırlığındaki bir öğrencim, “Düğünümü ”Telefon kulübesinde” yapacağım; orda davetliler daha rahat halay çekerler… ” diyordu.
Ama “reklamın kötüsü olmaz.” Bu soru yardımıyla, gençler telefon kulübesinin varlığını ve işlevini, hem öğrenmiş, hem de sorgulamış oldular. Fakat sorun şu ki, bilgiyi yine magazinel bir içerikle edindiler; ortaya serilen çelişkinin büyüklüğü ve komikliği ile öğrendiler, ki bana sorarsanız gerçek bilgiden uzak bir “bilgilenme” türüdür bu.
İtiraf etmem gerekirse, “bilgi sorgulama teknikleri” ile her zaman sorunum olmuştur. Eğitim hayatımızın şemsiyesi olan ÖSYM ve onun “test” tekniği, bana her zaman anlamsız gelmiştir.
Örneğin “bilgi yarışmaları”ndan hiç hoşlanmam. Günümüz televizyon programları arasında pek çok yer tutsa da; milyonlar, arabalar vb kazanma olasılığı insanları bu programlara yöneltse de; telefon oyunlarına kadar sinmiş olsa da, “noktasal bilgi” sorgulamalarını sevmem. Hız, hafıza gibi bende kıt bazı hasletler de devreye girdiğinden bilgi kazanının bu ayrıksı ögelerini öğrenmek ve sunabilmek bana zor gelir.
Benim algıma göre bilgi, “ilişkisel” bir kavramdır. İlişkide bulunduğu diğer kavram, durum ve nesnelere göre esner, değişir ve noktanın halkasal büyümesi ile oluşur. Bu nedenle de zavallı öğrencilerim, en az zamanda en çok bilgi aktarımına dayalı sınav sistemimi bir türlü sevmezler. Test tekniğine alışık dimağlarına çok zorlama bir unsur olarak eklenir yazılı sınavlarım.
Biraz da noktasal bilgi çabaları, bana özü boşaltılmış, gösterişsel unsurlar olarak görünür. Tarih ve siyaset bilgisinde perspektifi olmayan, noktasal “değişmezler”in yarışıdır bilgi yarışmaları. Oysa benim biriktirdiğim bilgiler, diğer sonuçlarda “hissedilebilen/çıkarsanabilen” bilgiler olmalıdır. Bir görüşte sırıtan bilgiler değil.
Bu duyguma, Andre Gıde’den bir alıntıyı örnek vermek isterim. Gıde “Kalpazanlar” romanındaki bir karakteri anlatırken şöyle diyor: “Çok bilgili olduğunu öteden beri kimse bilmez. Kendi de bildiklerini saklamaktan bir çeşit zevk duyuyor adeta: “Bunlar benim gizli mücevherlerim. Ziynetlerini –hele sahte olunca- herkesin gözü önüne sermekten ancak hacıağalar hoşlanır” diyor.” (Andre Gıde, Kalpazanlar, Çev.Semih Tiryakioğlu, Güven Yay., İstanbul, s.213)
ÖSYM de “telefon kulübesi”ni çocuklara “halaylar” üzerinden anımsatırken, bu tür örtülü bir bilgi ölçümü mü kullandı, bilemem. Ama sınav mağduru tüm öğrencilere ve bizlere bu arada eğlenceli duygu halayları çektirdi, sağolsun, varolsun.