AŞK KISKANÇLIĞI

28 Aralık 2014
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
30484 defa okundu.
AŞK KISKANÇLIĞI

IŞID’A KIRŞEHİR DESTEĞİ

 

Bu haftanın haberleri arasında, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı’nın koruması olan bir hemşehrimizin ölümü vardı. Karı koca evde tabancayla öldürülmüş olarak bulunmuşlardı ve intihar olasılığı konuşulsa da kadının ailesi, eşinin kıskançlık nedeniyle kızlarını öldürdüğüne inanıyorlardı. Yani kıskançlık nedeniyle, iki can birden gitmişti.

Bizim coğrafyada, kıskançlık demek “aşk” demektir; aşk sahiplenmektir; koruduğumuz aşkımız değildir; aşık olduğumuz için “mülkiyetimizde” olması gerekendir.

Duyguların değişimini reddetmeyiz; örneğin zamanla duyguların sönüşünü doğal karşılarız. Aksi beklentide olan tarafı ayıplarız. Yetinmeyi bilmemekle suçlarız. Duygular değişir ve özellikle evlilikte bu kabullenilmelidir. Ama  değişen duyguların başka bir kişiye yönelmesi kabul edilmezdir. Daha kötüsü bu durum iki kişilik bir duygu alışverişi bile değildir, bir aileyi, bir mahalleyi, bazen herkesi ilgilendirir.

Gerçekten duygusal törelerimiz son derece ikiyüzlüdür ve başka bir hayatı sönlendirecek kadar da sapkınca sonuçlara ulaşır.

Özetle bu coğrafyada, aşktan mutlu olunmaz; aşk için ölünür, öldürülür; aşk ilişkisi “mülkiyet” ilişkisidir.

İşte böyle olduğu için de aşk ve kıskançlık hep karmaşık bir ikilidir. Kıskançlık duygusunda, “dış” dünyanın olduğu kadar, “iç” dünyanın da etkisi vardır. Benim bir numaralı edebiyatçım Marcel Proust, bu duyguyu çok güzel anlatır ve kıskançlığın iç dünyamızdaki yerinin önemini ve rolünü şöyle aktarır:

“Gerçeklik, meçhule giden yolda bir ilk adımdır sadece ve bu yolda pek fazla ilerlememiz pek mümkün değildir. En iyisi bilmemek, mümkün olduğunca az düşünmek, kıskançlığa en ufak bir somut ayrıntı sunmamaktır. Ne yazık ki, dış dünya olmasa da iç dünyamız bazı olaylar çıkarır karşımıza; Albertine gezintiye çıkmasa da, tek başına düşüncelere daldığım zaman bulduğum bazı tesadüfler, bazen bana gerçekliğin küçük parçalarını sunuyordu; bu küçük ayrıntılar, tıpkı birer mıknatıs gibi, meçhulün bir parçasını kendilerine çekerler ve o andan itibaren, meçhul bize acı vermeye başlar. Sımsıkı kapalı bir fanusun içinde yaşasak bile, çağrışımlar, hatıralar bizi etkilemeye devam eder.

(Marcel Proust, (2001), Kayıp Zamanın İzinde (Mahpus), Çev. Roza Hakmen, YKY, İstanbul, s.23)

Balkan edebiyatının önemli ismi Mihail Drumeş ise “aşk ve kıskançlık ile örülü gurur” temaları üzerinden, büyük bir aşkın iki tarafa da nasıl yıkım getirdiğini büyük eseri Valse Davet’te anlatıyor. Karşı tarafı kıskandırarak aşkını pekiştirme çabası, diğer tarafın bu kıskançlığın yarattığı üzüntüyle intiharı seçmesiyle sonuçlanıyor ve aşk gibi hayat katan bir duygu hayata son vermeyle sonuçlanıyor.

Drumeş aşk ve kıskançlığın yaratacağı nefreti bütünleştiren bu görüşünü şöyle ifade ediyor: “Kıskançlığın verdiği acıyı çekecek, benden şimdiye kadar olduğundan daha çok nefret edecekti. Ben ise onun coşan nefret duygularını görecek, memnun olacaktım; çünkü nefretin de sevmenin başka bir yanı olduğunun farkına varıyordum.” (Drumes, Mihaıl (1973), Valse Davet, Çev. Hilmi Ömeroğlu, 2. Baskı, Güven Yay., Şaheser Eserler, İstanbul, s.51)

Bu yazıda yeri hiç olmaması gerekse de değinmeden geçemeyeceğim, aslında hiç izlemediğim ama arada bir kaçınılmaz karşılaştığım bizim dizilerde de bu ilkel yaklaşım ne kadar sık kullanılmaktadır: kendisini reddeden sevgililer, hemen bir köye vb mekana hapsedilmekte, zorla alıkonulmakta, gerekirse şiddet uygulanmakta ve buradan aşkın açığa çıkması/üstün gelmesi beklenmektedir.

Aşkın karmaşık doğası çözülemez olabilir ve belki de bu nedenle insanlığın en değerli duygusudur. Ama o duygunun “sahiplik” kavramıyla ilişkisini sağlıklı kurmak ve onun üzerinden bir yaşamı sonlandırmak anlayışını tümüyle ezmek gerekmektedir. Bu sapkın coşku, aşk için öldürme olgusunda ne kadar vahşi ise aşk için intihar olgusunda da o denli kınanması gereken bir özbar

Anahtar Kelime: ,
YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN