AHLAKİ KUMAR
Yerel seçimler nedeniyle, demokrasi kavramı, yine geldi, dayandı kapımıza. Kimileri yarışın ön aşamaları ile uğraşmada. Kucaklar proje, ağızlar demokrasi söylemleri ile dolu. Tüm broşürlerde, kendinden emin duruşlu adamlar/kadınlar, ya işaret parmakları ya da parmak işlevi gören kalemleri ile ufukları gösteriyor, ya da onlarla birlikte o ufukları görmemizi bekliyorlar.
Ama yine de hepimiz biliyoruz, demokrasinin de bir “koşullar” manzumesi olduğunu. Koşullar elverdiğince, kısa dönüşler yapmak, kapalı kapılar toplantıları ve işbirlikleri gerçekleştirmek; zerre kadar hoşlanmadığınız köşe kapmışlara, sahte gülücükler göndermek de bu koşulların dayatması. Onların demokrasi ile ilgisi mi?… Eh köprüyü bir geçelim, çözeriz…
Çevrebilim alanında hem kendi yaşamı hem de eserleri ile büyük yeri olan felsefeci Hanry David Thoreau, seçim eylemimizi iki çelişik unsurun bileşimi olarak algılar. Ona göre oy verme, hem bir tür “kumar”dır; hem de “ahlaki” bir çabadır. Nasıl oluyor derseniz onun söylemine bakalım. Thoreau diyor ki:
“Her türlü oy verme işi bir çeşit kumardır; tıpkı dama ve tavla oyunu gibi, az buçuk ahlaka bulanmış, doğru ve yanlışla, ahlaksal sorunlarla ilgili bir kumar.” (Hanry David Thoreau, Haksız Yönetime Karşı, Çev. Vedat Günyol, Can Yayınları, 1963, İstanbul, s.26)
Harward mezunu, bu Amerikalı felsefeci, Meksika Savaşı’nı ve köleliği gerekçe göstererek haksız yönetim olarak nitelediği Birleşik Devletler’e karşı başkaldırı çağrısı yapar. Bu başkaldırı bir itaatsizlik, dolayısıyla yasaları tanımama ve onlara karşı ilgisiz kalma olarak nitelenebilir. “Sivil itaatsizlik” felsefesinin kurucusu Thoreau kendi örneğinde, ödenen vergilerle sürdürülen savaş ve köleliğe karşı, yurttaşlara vergi ödememeyi önerir.
Evet kabul etmek gerekir ki, oy verme eylemi hep bir “kumar”dır. Bir hedefe ya da bir adaya/partiye oynarsın; ama seçmen denen o öngörülmez, kitlesel düşünü; seninle hiç de aynı fikirde değildir. Hep şaşırırsın sonuçlara, ve sonra yine şaşırırsın. Ne senin gibi davrandıklarını görmeye şaşırmaktan kaçınabilirsin, ne de nasıl olup da hala senin gördüklerini göremediklerine şaşırmaktan kurtulabilirsin. Çünkü aslında bir “kumar”dır her seçim; sonunu tam da göremediğin.
Çünkü sandık ortada gibi görünse de, sandığa gidinceye kadar oluşan “koşullar” hep arkalarda bir yerlerde kurulur/kotarılır. Listelerde yer alman bir sürecin sonucudur; “iyi bir yer kapman” başka bir sürecin. Ve çoğu zaman, bireysel sen’in çok dışında gelişir koşullar. En güçlü olduğun anda, dünya, senin liderini belki de artık çizmiştir, bir başka köşede. Ya da küçük hesapların seni vitrine taşımışken, başka rüzgarlar/başkalarının rüzgarları seni de alır, ödüllü masada buluverirsin kendini.
Ama aynı zamanda oy verme, bir ahlaki duruştur. Dünyaya, değerlerine, ilkelerine ve kendine ait hissettiğin her şeye dair, doğru ve yanlışı aradığın; senin doğrunu ve yanlışını ilan eden bir tavırdır. Bu nedenle de ahlaki bir adımdır. Bazen kişisel küçük ama somut çıkarlarınla, toplumsal büyük ideallerin çatıştığı durumlarda yaptığın bir ahlaki seçimdir. O güvensiz kılıklı adamın, koltuğa oturur oturmaz, çok canlar yakacağını bilirsin, ama yine de çocuğunu işe almaya, o söz vermiştir.
Ama rahat olabilirsin, bu kumarda yalnız değilsin; sen gibi nice insan bu “az buçuk ahlaka bulanmış” oyunu oynayacaktır. Bilerek yanlışa oynadığın kumarda, seçmen doğruyu bulursa, azınlıkta kaldığın için, artık kendini suçlu hissetmene gerek yoktur. Seçmen de senin gibi yanlışa oynamışsa çoğunlukla, yine sorun değil. Herkesin yaptığı yanlışı tekrarlamak, davranışını mazur kılmaya yeter.
Tamamen huzurlu olmak mı istiyorsun? Eh çok şey istiyorsun, ama hakkındır… Sen “kazanma” kriterini gözetmeden, “doğru” olanı yap. Kumarın sonu farklı çıkarsa, bu onların kumarıdır; sen “başka türlüsünü yapamayacağın için, doğru bildiğini” yapmışsındır. Bu ahlaki ilke de seni her olayda/her seçimde en azından “iç huzuru”na götürür.