BURHAN GÜNGÖR
VAN AKDAMAR ERMENİ KİLİSESİNDEKİ AYİN
Televizyon ve Gazetelere yansıyan Van Gölü Akdamar Adası’nda bululan Ermeni Kilisesinde yapılan altıncı ayın haberini görünce Ermenilerin, 1915 yılı öncesi Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaşayan Müslüman Türk ve Kürt halkına yaptıkları mezalimleri hatırladım. Ermenilerin o yöre halkına yaptığı işkence ve zulümleri hiç unutmamamız gerekiyor. Osmanlı Devleti tarafından korunup kollanan ve en üst makamlara getirilen Ermeniler, İngiliz ve Fransız devletlerinin kışkırtması ile bulundukları bölgelerde etnik temizliğe giriştiler. Akdamar Kilisesinde 09.Eylül Pazar günü yapılan ayine ev sahipliği yapan Van şehrine1914 yılında giren Ermeniler şehirde büyük bir etnik temizliğe giriştikten sonra ne kadar savunmasız kadın kız varsa hepsini toplayıp k. Geç. mişler. Van ilinin tepelerinden bakındığında Ermeniler tarafından vahşice öldürülen bu kadınların kuşbakışı görüntüsü aynı bir çiçek bahçesi görünümdeymiş. Bu çiçek bahçesi görüntüsünü veren katledilen kadınların başlarına örttükleri yemenilerin çeşitli renklerden oluşmasından meydana geliyor.
Van gölünün ortasında bulunan Akdamar adasında bulunan adını da buradan alan harabe şeklinde bulunan Ermeni kilisesi 2005 yılında aslına uygun olarak o zamanın parası ile 2-3 trilyon harcanarak onarılmış ve 2007 tarihinde hizmete açılmıştı. Sadece kilise çanı için 500 milyar lira ödendiği basına yansımıştı. Çeşitli Avrupa Devletlerinde Osmanlı yadigârı olarak kalmış Camilerimizi bu devletler onarmadığı gibi bakımına da izin vermiyorlar. Biz buna karşılık Anadolu’da virane bulunan onlarca Hıristiyan kiliselerine trilyonlarca para harcayıp hizmete açıyoruz. Bu yaptıklarımız Ermeni ve Avrupa Devletlerince takdir ediliyor mu ? Tabii ki hayır. Ellerinden gelse bizleri bir kaşık su da boğarlar. Osmanlı Devleti içinde barınan Rum, Yahudi ve Ermeni azınlıklarına her türlü imkan verildiği ve devletin en üst makamlarında görev aldıkları halde Osmanlı’ya ilk baş kaldıran bunlar olmadı mı. İkinci Abdülhamit’i tahtan indirmeye gidenlerin başında bunlar bulunuyordu. Rahmetli Abdülhamit, kendisini tahttan indirmeye gelenlerin başında kendilerine çok değer verdiği bu azınlık tebaayı görünce çok üzülmüş ve “sizler için verdiğim emeklere yazıklar olsun “ dediği söylenir.
Ermenilerin kalleşlikleri hakkında daha uzun bir yazıyı Ermeniler tarafından 24 Nisan’da kutlanan “sözde soykırım”ın yıldönümünde yazmak üzere Yeniçağ Gazetesinin 06 Eylül 2018 tarihinde Selcan TAŞÇI ‘IN “Sıra Van Gölü’nün öteki sırlarında” yazısını okumanız dileğiyle yazımı bitiriyorum.
Su altı yönetmeni Tahsin Ceylan, Van Gölü’nün ekolojik-arkeolojik sırlarını görüntülemiş, yüzyıllardır suyun altında gizli kalmış, bilinmeyen çok sayıda yaşamı, eseri, hikayeyi gün yüzüne çıkarabilmek için bir kitap hazırlamış:
Van Gölü’nün Sırları.
Kitap, bugün Van Gölü’nün ortasındaki Akdamar Adası’nda, Gevaş Kaymakamlığı himayesinde düzenlenen etkinlikle tanıtılacak.
Güzel iş.
Emeği geçenleri tebrik ederim.
***
Gevaş Kaymakamlığı madem bir işe el attı, tamamına erdirsin; Van Gölü’nün bahsi geçen kitapta yer almadığı aşikar “öteki sırları”nı da dünyaya duyuracak bir adım atsın;
Van Gölü’nün “Kan Gölü” olduğu o “karanlık çağı”nı da yazsın, yazdırsın, anlatsın, anlattırsın…
Kimseyi bulamazsa ben gönüllüyüm bu “vazife”ye!
***
Ermenilerin işkenceleri sonucu aklını kaybeden Nezo Hatun’a…
Ermeni zulmünden kurtulmak için kendilerini ateşe verip pervane gibi döne döne;
“Gelin kızlar, bizim düğünümüz var.
Bugün bizim düğün günümüzdür…” diye ölüme giden Zeve’li genç kızlara…
Yaşadıklarını “Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı” diye anlatan Seher’e…
Defalarca tecavüze uğrayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz’a…
Zorla götürülürken kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atan iki taze gelin; Zahide ve Fatma’ya…
Derviş Efendi‘nin, gözleri önünde tecavüze uğrayan kızları Hayriye ve Şadiye’ye…
Van’ın o mezalim kurbanı biçare, şehit kızlarına, kadınlarına, çocuklarına karşı birikmiş olan saygı borcumuzu ödemek bir “vazife” çünkü bence!
***
Üstelik…
Şehirlerini basan Ermeni çetecilerden kaçabilmek için Van Gölü’ne yönelen Türklerin…
Onlara “kurtarıcı” kılığında vapurlarını açan, Van-Akdamar arasında taşımacılıkla meşgul Ermeni zenginlerin…
Van Gölü’nün ortasına gelindiğinde bu vapurların nasıl birden zulümhanelere dönüştüğünün…
Katledilen erkekler göle atılırken, kadınların Akdamar’daki o “adanın turizm anahtarı diye pamuklara sarılan kilisesinde” nasıl “ömür boyu tecavüz”e mahkûm edildiğinin…
Bu akıbete uğramamak için kendilerini göle atan Türk kadınlarının ve Van Gölü’nün nasıl kan rengine döndüğünün hikayesini “ortaya çıkarmak” için hiç öyle suyun metrelerce altına dalmaya filan da gerek yok.
Akdamar’a, iğdiş edilmiş o malum canlının trene baktığı gibi değil de, “harikalar diyarı” olmadığını görecek gibi bakmak kafi!
***
Ben bunu bir “millî vazife” addediyorum ama…
Konuya “tamamen duygusal” yaklaşanlar; şehre girecek paranın hesabını yapanlar, Akdamar’ı dünyanın her yerinden ziyaretçinin akın edeceği bir “turizm cennneti”ne dönüştürmek niyetinde olanlar varsa…
Kolayı var…
Dünyanın birçok turistik şehrinde, en çok ziyaret edilen yerler arasında “işkence müzeleri”, “soykırım kampları” var…
Akdamar Kilisesi’ni de bir “sanat şaheseri” filan diye cilalamak yerine bu yüzüyle çıkarırsanız vitrine, emin olun, insanlık tarihinin eşine az rastlanır işkencelerinden, kırımlarından birine mekan olduğu için de gelir insanlar burayı görmeye!
***
Kaymakam Bey…
Kimsenin değilse bile ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakılan, dili koparılıp bu kazığın üstüne çivilenen 70 yaşındaki Gevaş müftüsünün hatırasının hatırına bunu bir düşünün bence…