Yusuf Akçura 1900’lü yılların başında Üç Tarz-ı Siyaset adlı çalışmasında Osmanlı Milleti, İslam Ümmeti ve siyasi bir Türk Milleti meydana getirmenin karşılıklı diyalektiğini ortaya koymuştu. O dönem Türkçülüğün avantajlarının yanı sıra Osmanlı sınırlarında Türk olan ve olmayanları böleceği endişesi dikkat çekiyordu. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra ise ulus devletin inşa süreci bu endişelerin siyasi değil ancak sosyal tabanlı devam etmesine imkan tanıyordu. Yani Türk milleti ve onun hukuki kişiliğe bürünmüş hali olan Türk vatandaşlığı, 3 tarzı siyasetin çıkış noktasını tek bir düzleme yönlendiriyordu. Bugün tek devlet, tek bayrak, tek vatan ve tek millet yaklaşımında o milletin adının ne olacağı, anayasaya nasıl konuşlanacağı tartışılırken esas itibariyle o günlerden kalan bir fikir teatisi ve/veya ayrışmasının etkili olduğu iyi anlaşılmalıdır. Özellikle gençlerimiz bugün karşılarında gördükleri tartışmaları sadece bugünün kabulleri olarak algılamamalıdır.
***
3 Mayıs 1944, sebep ve sonuçlarıyla bahsettiğimiz bu kısa anlatım zincirinin önemli bir halkasıdır. Çünkü o tarihlerde artık Atatürk yoktur. Türklük konusundaki araştırmalar rafa kaldırılmış, Türk milliyetçiliği (Atatürk’ün yaklaşımı) gölgelenmiştir. Başta SSCB olmak üzere ülke dış baskılara açık hale gelmekte, vatandaş Millî Şef yönetimi altında adeta ezilmekte, devlet kadroları bu anlayışla oluşturulmaktadır. İşte böylesine bir ortamda Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve arkadaşları belirir. Atsız Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na açık mektup yazar, ülke için endişelerini kaleme alır. Mektup çok yankı bulur ve hükümeti rahatsız eder. Kısa bir süre sonra Sabahattin Ali vasıtasıyla Atsız hakkında dava açılır. Arkasında dönemin hükümeti vardır. Dava 3 Mayıs tarihine ertelenince o gün binlerce üniversite öğrencisi Ankara sokaklarında Atsız’a destek vermek için buluşur. Dava bir kez daha ertelenir. 19 Mayıs’a gelindiğinde Rusların II. Dünya Savaşı’ndan kazançlı çıkacağı kesinleşmiştir. İnönü o gün bir konuşma yapar ve şunları söyler; “Turancılar, Türk Milleti’ni bütün komşularıyla (Rusya’yı kastediyor) onarılmaz bir surette düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır… Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız.
Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Osman Yüksel Serdengeçti dahil bir çok kişi tutuklanır. Tabutluklarda işkenceler başlar. Tabutluk, dikine bir şekilde ve tabut genişliğinde beton oyuktan oluşur; üstünde beş yüzer voltluk üçer adet lamba yanmaktadır. Buraya girenin elleri ve vücudu bağlanarak günlerce hareketsiz halde bırakılır. Türklük için üstlenilen çile sürerken 7 Eylül 1944’te İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde “gizli örgüt kurmak”, “düzen düşmanlığı yapmak”, “ırkçılık” gibi suçlamalarla bir kısım sanıklar çeşitli cezalara çarptırılır. Askeri Yargıtay’ın bu kararı esastan bozmasının ardından 2. Sıkıyönetim Mahkemesi nihai kararı açıklar:
“Bu nümayiş (yani 3 Mayıs 1944) millî bir ideolojinin, millî olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir.”
Tıpkı 12 Eylül sürecinde olduğu gibi bunca haksızlığa/işkenceye maruz kalan Türkçüler vatanlarına sırt çevirmemiş, aksine yine vatan için kalem oynatmış, söz söylemişlerdir. Tabutluklarda işkence gören ve görme kaybına uğrayan Reha Oğuz Türkkan serbest kalışının ardından yurt dışında bulunduğu sırada sebebi sorulduğunda devletine zarar gelir diye tek kelime bile sarf etmemiştir. Rahmetli Türkkan’ın o tarihlerde “Türkçülük bir millî ideoloji olduğundan siyasi particiliğe kurban gitmemeli, hiç bir siyasi partinin aleti olmamalı” şeklindeki sözleri meseleyi fikri temelli yükseltmenin önemini ortaya koymaktadır.
Gelin görün ki hâlâ bugünün, 3 Mayıs’ın anlam ve önemini idrak edemeyenler, ne kadar da anlatmaya çalışsanız ön yargısını kıramayanlar var. O gün Türk Milleti için kaygı duyanların tabutluklarda çektiği çileler ve sonrasında yaşadıkları bu ülkenin hazin öyküsüdür. Fakat tarih onları haklı çıkarmış, devlet eksikliklerinin farkına varmıştır.
Bu sebeple özellikle gençlerimize sesleniyorum: Yalan yanlış haberlere, sizleri bu konuda ürkütmeye çalışanlara gülüp geçin; çünkü 3 Mayıs bir korku değil, Türk Milletine ve onun geleceğine yüreğini koymuş olanların övünç kaynağıdır. Ve son olarak Nihal Atsız’dan:
Selam sana hücrelerde benzi solan genç!
Selam sana ey yılları heba olan genç!
İstikbalim gitti diye yaslanma sakın!
İstikbalin değil ruhun Tanrı’ya yakın!