ARAFA İTİLEN TÜRK DÜNYASI GERÇEĞİ…

19 Şubat 2016
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
1929 defa okundu.
ARAFA İTİLEN TÜRK DÜNYASI GERÇEĞİ…

kürşat zorlu               Soğuk Savaş sonrasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin tehdit ve gerginlik alanlarını arka planda tutarak belirli bir denge içerisinde sürdürüldüğü söylenebilir. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmasından (1991) Rusya’nın yeniden post-Sovyet inşa sürecini etkili biçimde başlattığı (1997) döneme kadar Türkiye, Türk Dünyasında ve özellikle Orta Asya coğrafyasında geniş imkânlar elde etti. Bu imkânların bir kısmını kullanabilirken bir çoğunu yapısal eksiklikler ve hazırlıksız kadrolar sebebiyle avantaja çeviremedi. Çok geçmeden Türk Dünyasında küresel bir oyun icra edilmeye başlandı.                Türkiye, ABD ve Avrupa’nın model ülke sunumuyla Rusya ve göreli olarak Çin’in bölgedeki hâkimiyeti açısından kurulması gereken dengenin odağı haline geldi. Ne yazık ki uluslararası sistemde oluşan bu algı da fazla uzun sürmedi ve Türkiye söz konusu süreci kendi iç siyasi tartışmalarıyla adeta heba etti. Elbette hedeflenen, hayata geçirilen pek çok proje oldu. Tartışmalarımızda “Bardağın yarısı dolu” diyerek kast ettiğimiz yıllar da büyük ölçüde bu yıllardır. Söz konusu (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan) devletleri ilk bizim tanımamız, yenilenme için bekledikleri mali desteklerin bir kısmının ulaştırılması, heyetlerin coşkulu biçimde karşılanması, iddialı sözlerin dünya kamuoyuna sunulması, ortak alfabe çalışmaları, 10 bin öğrenci projesi, ortak üniversitelerin faaliyete geçmesi, TİKA’nın kurulması vb.. adımlar bu dönemin izlerini taşımaktadır. Doğrusu tanıma kararının etkilerini her alanda hisseden Türkiye çeşitli sebeplerle bahsedilen adımların bir çoğunun sonunu getirememiş, nihai hedef olmaktan çıkarmış ya da aslından uzaklaşmasına engel olamamıştır.

DEVLET POLİTİKASI OLAMADI

Türkiye’de Türk Dünyası bir devlet politikası haline dönüşmemiştir. Rahmetli Alparslan Türkeş, koalisyonlar döneminde bunun için büyük çaba sarf etmiş ve organizasyonları üye devletlere mal ederek kalıcı olması için uğraşmıştır. Bireysel olarak bazı önemli isimler ve devlet dışı kuruluşlar katkı sağlamıştır. Cumhurbaşkanı düzeyinde Turgut Özal ve Süleyman Demirel dönemlerinde bu ülkelerin devlet başkanlarıyla yakın ilişkiler tesis edilmiş olmasına rağmen alt siyasi kadrolar ve bürokratik sistem alınan kararların yarısını bile hayata geçirememiş üstelik bir kısmı da sabote etmiştir. Belirtmek gerekir ki bu ülkelerde Devlet Başkanları mutlak belirleyicidir. İletişim tarzları Sovyetlerden kalan izler taşır ve halen sürdürülen yönetsel sistem bugünkü Rusya’nın sistemiyle benzerlikler taşımaktadır. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Sayın Necdet Sezer görev süresi içerisinde 4 Türk Cumhuriyetine 1’er kez ve ortak bir seyahatle gitmeyi tercih etmiştir. Sayın Abdullah Gül döneminde Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’a 14 kez gidilmiştir.

YÜZLEŞME ZAMANI

Bir dönem kendi değerlerini sahada yeterli meşruiyet oluşmadan ihraç etmeye kalkan Türkiye’nin olası bir “ağabeylik” statüsü derin bir hayal kırıklığı ile neticelenmiştir. Çok iyiniyetli ve coşkulu başlayan (1) kucaklaşma dönemi yerini (2) yavaşlama, (3) dengeli yakınlaşma ve (4) realist bekleyiş sürecine bırakmıştır. Karşılıklı yapılan hatalar ve eksik bırakılan alanlar küresel şirketlerin doğrudan yatırımları ile ikame edilmiş ve Rusya’nın Avrasyacılık ideali ete kemiğe bürünmeye başlamıştır. Sahada bulunan birisi olarak süreci anlatmak için sayfalar gerek. Fakat son dönemde ekonomik daralma yaşayan Türk Cumhuriyetleri bir yandan da IŞİD ve istikrarsızlık tehlikesiyle karşı karşıya… İşte bu sebeple uçak düşürme hadisesinden sonra Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerin Türk Dünyasına etkilerini siyasi ve ekonomik bakımından daha ayrıntılı biçimde irdelememiz gerekiyor. Unutmayalım ki Orta Doğu’dan sonra sıra Hazar’ın kıyısında olacak…

YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN